31 Aralık 2013 Salı

Odalar-James L. Rubart

Tamamen arka kapak yazısından etkilenerek aldığım bir kitap. O güne dek ismini duymamıştım açıkçası. Konusu son derece etkileyici ancak misyonerlik yolunda harcandığı için kendi adıma bu kadar yaratıcı bir fikrin ziyan edildiğini düşünüyorum. Stephen King'in yazdığı, John Cusack'ın başrolünü oynadığı, 1408 isimli filmi hatırlar mısınız? İşte o filmin evde geçen versiyonu olarak düşünebilirsiniz Odalar'ı.

Odalar-James L. Rubart

Micah Taylor, başarılı bir yazılım uzmanıdır. Seattle'da bir yıldız gibi yükselen ve son derece karlı bir şirkete sahiptir. Ortağı olan Julie ile de evlilik yolunda giden güzel bir ilişkisi vardır. Bir gün hiç tanımadığı ve yıllar önce ölmüş olan amcasından bir mektup alır. Amcası Oregon Sahili-Cannon Beach'te onun için bir ev inşa ettirdiğinden bahsetmektedir. Kendisi ölmüş olsa da yıllar öncesinden evin belli bir tarihte inşa edilmesini ve mektubun gönderilmesini bir şekilde ayarlamıştır. Micah aynı sahilde, henüz küçük bir çocukken kaçan topunu çıkarmak için okyanusa giren annesinin boğulmasına şahit olmuş ve bu olaydan sonra kendisini suçlayan babası ile de arası bir daha hiç bir zaman düzelmemiştir. Bu nedenle Oregon'a giderek evi bir an önce satmaya ve oradan temelli kurtulmaya karar verir.

Micah, Oregon'a gittiğinde gördükleri karşısında şoke olur. Ev, okyanusun tam kıyısında, devasa panaromik camlarla donatılmış, her detayında Micah'ın tüm zevklerine hitap eden stillerde çalışılmış, 300 metrekare devasa bir malikanedir. İçi zevkle döşenen ve farklı temalarda odalara sahip olan bu ev Micah'ı büyüler ve hemen dönmek için geldiği Oregon'da önce hafta sonlarını sonra haftanın yarısını geçirmeye başlar.

Yalnız evde zaman zaman ortaya çıkan kapılar ve bu kapıların ardında oluşan odalar vardır. Bunlardan bazıları Micah'ın gençlik ve çocukluk yıllarını adeta bir film gibi ona tekrar yaşatan, bazıları ise üzerinde tuhaf etkiler yaratan ruhani, ürkütücü odalardır. Uzun zamandır Tanrı'yı aklına getirmeyen Micah, evin içinde 17 adet mektup bulur. Mektupların hepsi amcasından gelmiştir ve tek bir şart vardır: Her mektup haftada bir kez ve aynı günde okunacak. Micah bir taraftan bu mektupları okurken bir taraftan da yeni açılan kapılarla olağanüstü deneyimlere adım atar. Bu arada Seattle'daki hayatı da tuhaf bir şekilde değişmeye başlamıştır. Şöyle ki; Micah Oregon'da ne kadar zaman geçirirse, Seattle'daki hayatı sanki hiç yaşanmamış gibi ortadan kaybolmaktadır. Şirketi, sevgilisi, evi birer birer ortadan kaybolmaktadır. Gizemli ev ve Oregon'da tanıştığı Rick ve Sarah sayesinde dini inançlarını hatırlayan Micah, artık bir seçim yapmak zorundadır. Aksi takdirde sahip olduğu her şeyi kaybedecektir. 

Bu kitabın filmi çekilse, gerçekten bol görsel efektli, nefis görüntüler izleyebiliriz. Micah'ın aynı anda fakat farklı zamanlarda paralel hayatlar yaşaması Fringe dizisini anımsattı bana. Aslında düşünmeden edemiyorum. Şu an başka bir dünyada benden bir tane daha olsa ve tamamen farklı bir işi ve hayatı olsa, sonra ben bu hayatta tüm yaşadıklarımı unutup onun yaşamını ben yaşamış gibi hatırlasam, yani iki kişinin anıları bende birleşse ne tuhaf olur, değil mi? İşte Micah'ın başına gelen bu. Başta da belirttim, hıristiyanlığa özgü simgelerle bağlandığı noktalar hariç, yazarın hayal gücünden çok keyif aldım. Farklı şeyler okumak isterseniz, bir bakın derim.

Mis gibi kitap kokularıyla ve yepyeni maceralarla dolu güzel bir yıl dilerim herkese, iyi seneler...


24 Aralık 2013 Salı

Ardından-Rosamund Lupton

Rosamund Lupton, Ardından'da yine can alıcı bir hikayeyle karşımızda. Daha önce Kardeşim'den bahsetmiştim. Sık kitap okuyan biri olarak, gıpta ettiğim, daha doğrusu "Yazar olmalıydım ve bunu ben yazmalıydım." dediğim bir kitap listem var. Bu listenin ilk sırasını gönül rahatlığıyla finaliyle beni şok eden Kardeşim'e verebilirim. İkinci sırayı ise, sırf anlatım tarzının ilginçliğinden dolayı Ardından alır. Sonuçta komadaki insanları konuşturmak kaç kişinin aklına gelir ki?

Ardından-Rosamund Lupton
Grace, eşi ve iki çocuğuyla mutlu bir yaşam sürmektedir. Çocuklarının gittiği okulda çıkan bir yangın sonucu kızı Jenny yangının ortasında kalır. Grace ise kızının içeride olduğunu öğrenir öğrenmez binaya dalar. Yangının bilançosu ağırdır: Jenny'nin tüm vücudu büyük oranda yanmış, Grace ise bitkisel hayata girmiştir.

Kitabın bundan sonraki bölümlerinin neredeyse tamamı hastanede geçiyor. Grace ve Jenny her ne kadar bilinçsiz olarak hasta yataklarında yatsalar da, ruhları boş durmuyor ve okulda çıkan yangının ardında yatan sırları açığa çıkarmak için var güçleriyle mücadele ediyorlar. Polislerle beraber tüm soruşturmanın gidişatını izliyorlar, telefon konuşmalarına kulak misafiri oluyorlar, ikili görüşmelere eşlik ediyorlar ve bazen kişilerin yanlarına takılıp onlarla birlikte dışarıya çıkıyorlar. 

Bu arada Jenny uzun zamandır kimliği belirsiz bir kişi tarafından rahatsız ediliyor. Evine hakaret içeren mektuplar ve köpek dışkısı gönderiliyor. Bir defasında saçına kırmızı boya atılıyor. Yangın ise herkesin tören için dışarıda, Jenny'nin ise binada olduğu bir zamanda meydana geliyor. Olayın kundaklama olduğundan endişelenen Grace'in endişelerini haklı çıkarırcasına hastaneye giren bir kişi, Jenny'nin oksijenini kesiyor ve kalp krizi geçiren Jenny'nin kalbi iflas ediyor. Üç hafta içerisinde uygun bir kalp bulunması gerekiyor ve bunun için yapılabilecek pek de bir şey yok.

Jenny için vakit daralırken, bu kez de gizli bir tanık, yangından hemen önce Jenny'nin küçük kardeşini, elinde kibritlerle gördüğünü söylüyor. Grace bir taraftan Jenny'nin yaşaması ve şüphelilerin arasından gerçek suçlunun ortaya çıkarılması için uğraşırken, öbür yandan küçük oğlunun masumiyetini kanıtlamaya çalışıyor. En nihayetinde ortaya çıkan gerçekler ise herkesi şok edecek kadar dehşet verici. 

Kitapta geçen anne-kız diyalogları çok sevimliydi. Ruhlardan ibaret olsalar da annenin kızından acı gerçekleri saklamaya çalışması, genç kızın ergen tavırları çok dokunaklıydı. Annenin yaptığı fedakarlık ise okuyucuda duygusallığı zirveye çıkaracak türden. Açıkçası Rosamund, anne-kız, karı-koca ya da kız kardeşler arasındaki ilişkiyi anlatmakta çok başarılı ve bence bu güzel romanı herkes okumalı. Ama lütfen önceliğiniz Kardeşim'den yana olsun. Bu arada Kardeşim'de olduğu gibi Ardından'ın kapağında da siyah beyaz fon üzerine kırmızı kıyafetli kadın figürü kullanılmış, iyi de olmuş.  Keyifli okumalar...

20 Aralık 2013 Cuma

Böğürtlen Kışı-Sarah Jio

Sarah Jıo, Böğürtlen Kışı ile yine çok dokunaklı bir hikayeye imza atmış. Kristin Hannah kitaplarını seviyorsanız, Sarah Jıo'yu da seveceksiniz. Daha önce Mart Menekşeleri'nden bahsetmiştim. Orada Emily'nin hikayesi anlatılıyordu. Böğürtlen Kışı'nda ise kahramanımız; Emily'nin can dostu Claire. Bu arada Emily Jack ile evlenmiş ve ikizleri olmuş. Bee de çok yaşlanmış ama hala hayatta. Bainbridge'den haberlerden sonra kitabın konusuna gelelim.

Böğürtlen Kışı-Sarah Jio

Claire sevdiği adamla evlenmiş ve onun sahibi olduğu gazetede yazıyor. Bir gün Seattle Mayıs ayında bir kar fırtınasına uyanıyor. Bu durum en son bir asır önce görülmüş. Patronu Claire'a son derece nadir görülen bu sıradışı durumu araştırmasını ve Böğürtlen Kışı denen bu fırtına hakkında güzel bir hikaye yazmasını istiyor. Claire başta zorlansa da araştırmaları onu 1933 yılındaki Böğürtlen Kışı'nda ortadan kaybolan 3 yaşındaki Daniel'ın ve annesi Vera'nın dramına götürüyor. Hamileyken geçirdiği kaza neticesinde, bir yıl önce evladını kaybeden Claire, Vera'yı kendisine çok yakın hissediyor ve Vera'nın yaşadıkları yıllar sonra Claire'in kahve içtiği dükkana, yürüdüğü yollara, kolundaki bilekliğe ve sevdiği adamın ailesine bağlanıyor.

Kitap hem Claire'in hem de Vera'nın ağzından anlatılıyor. Filmlerde de kitaplarda da bu anlatım tarzı beni her zaman mest etmiştir. Bu nedenle keyif alarak okudum. Kurgusu çok başarılıydı ve hiçbir nokta atlanmadan tüm düğümlerin tek tek ve mantıklı bir şekilde çözülmesi de ayrıca hoşuma gitti. Kesinlikle tavsiye ederim, keyifli okumalar.

10 Aralık 2013 Salı

Kusursuz İçgüdü-Nicci French

Kusursuz İçgüdü'nün temel sorusu şu: "Canınızdan çok sevdiğiniz ve sonsuz güvendiğiniz kocanız, bir gün yanında hiç tanımadığınız bir kadınla birlikte, feci bir trafik kazasında hayatını kaybetseydi, ne hissederdiniz?"
Kusursuz İçgüdü-Nicci French
Ellie'nin kapısını çalan polisler, ona kocasının geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybettiğini, dahası kocasının yanındaki kadının da yanarak öldüğünü söylerler. Aldığı acı haberin şokuyla sarsılan Ellie, henüz ne yas tutmaya ne de kocasıyla vedalaşmaya hazırdır. Ellie, olayın kaza olduğuna inanmamaktadır. Çünkü kocası son derece dikkatli bir şofördür ve polislerin dediğinin aksine her zaman emniyet kemerini takmaktadır. 

Polis, yaptığı soruşturma sonucunda olayın bir kaza olduğuna karar vererek dosyayı kapatır. Arabadaki kadın ise, ortak kanıya göre bir gönül ilişkisinin taraflarından biridir. Polisin yaptığı açıklamadan tatmin olmayan Ellie, araştırmaya öncelikle, kocasıyla beraber aynı arabada ölen kadından başlar. Ancak kadının Ellie'nin kocasıyla ya da arkadaşlarıyla en ufak bir bağı yoktur. Tüm arkadaşları Ellie'ye acımakta ve bir türlü çocuk sahibi olamadıklarından kocasının Ellie'yi aldattığına inanmaktadırlar. Ancak Ellie, ölen kocasının onurunu kurtarmak ve kocasıyla birbirlerine duydukları aşkın ne kadar gerçek olduğunu herkese ispatlamak için delice bir mücadeleye başlar. Artık her şeyi göze almıştır; işin ucunda farklı bir kimliğe bürünmesi gerekse dahi yolundan dönmeyecektir.

Kitap son derece sürükleyici, bir o kadar da heyecan verici. Yine şu çabucak okunup biten kitaplardan ama çok zevkli. Keyifli okumalar...

4 Aralık 2013 Çarşamba

Gülümse Anılara-Camille Noe Pagan

Gülümse Anılara, konusundan önce beni kapak resmi ve püsküllü ayracıyla kandırdı, itiraf etmeliyim:) Hani bir kitap yazacak olsam, kapağında büyük ihtimalle bu renkleri tercih ederdim.

Gülümse Anılara-Camille Noe Pagan

Marissa ve Julia çocukluk arkadaşıdır. Marissa kısa boylu, pek de güzel olmayan, hep kilo problemi yaşamış ve çekingenliği nedeniyle okul yıllarında daima Julia'nın gölgesinde kalmış bir dergi editörüdür. Julia ise görkemli bir güzelliğe ve mankenleri kıskandıracak bir fiziğe sahip, girdiği her ortamda ışıltısıyla dikkatleri üzerine çeken, başarılı ve alımlı bir balerindir

İki kadın da çocukluk hayallerini gerçekleştirmiş ve kariyer basamaklarını adım adım çıkmaktadır. Mutad görüşmeleri için bir kafede Julia'yı bekleyen Marissa pencereden, kendisine el sallayan  Julia'ya bir arabanın çarptığını görür. Kaza anında iyi gibi görünse de Julia'nın beyni büyük hasar almıştır ve ameliyattan sonra kendine gelen Julia, artık Marissa'nın neredeyse onsuz nefes bile alamadığı can dostu değil, hafızasının büyük çoğunluğunu ve bir kısım yeteneklerini kaybetmiş, tuhaf şeylerden hoşlanan, kaprisli, takıntılı ve asabi bir yabancıdır.

Julia'nın geçirdiği ağır travma; onu daha patavatsız, açık sözlü, hatta geçmişte düşündüğü ancak söylemediği pek çok şeyi umursamazca söyleyiveren, etrafındaki herkesi bu nedenle kırıp geçiren birine dönüştürmüştür. Marissa ne kadar üzülse de Julia'nın etrafında şekillenen hayatı bu sayede bir mola almış ve Marissa'nın hem iş hem özel hayatında yeni kapıların açılmasına ve yeni dostlukların başlamasına sebep olmuştur. Bu arada Julia'nın ağzından çıkan bazı sözler, göründüğünden farklı anlamlar taşımaktadır ve Marissa içten içe Julia'nın geçmişte arkasından ne işler çevirdiğini, daha önemlisi Julia'nın gerçekten dostu olup olmadığını merak etmeye başlamıştır. 

Gülümse Anılara, son zamanlarda mantar gibi türeyen, kafa dağıtmaya yardımcı, çabucak okunup bitiveren kitaplardan biri. Konusu hoşuma gitti açıkçası, verdiği tıbbi bilgiler ise gayet öğretici. Keyifli okumalar.

3 Aralık 2013 Salı

Kardeşimin Hikayesi-Zülfü Livaneli

Kardeşimin Hikayesi, son derece akıcı, sürükleyici ve son sayfaya kadar okuyucunun merakını zinde tutan bir kitap. Vaktiniz varsa bir günde rahatlıkla bitirebilirsiniz.

Kardeşimin Hikayesi-Zülfü Livaneli

Emekli bir mühendis olan Ahmet Arslan, insanlardan ve İstanbul'un karmaşasından kaçmak için Karadeniz kıyılarında, Podima adlı bir köye yerleşmiş, sayısız kitabı ve köpeğiyle münzevi bir hayat sürmektedir. Ahmet'in ev işlerine bakan Hatice, aynı zamanda Ahmet'in arkadaşları olan Ali ve Arzu'nun evinde de çalışmaktadır ve bir gün kötü bir haberle çıkagelir: Arzu, evinde verdiği davet sonrasında korkunç bir cinayete kurban gitmiştir.

Bu olayı araştırmak için İstanbul'dan gelen genç bir gazeteci kadın, Ahmet'le bu konuda röportaj yapmak ister. Ahmet başlarda terslense de sonradan bu genç gazeteciye karşı bir yakınlık duyar ve onu kurguyla gerçek arasında sürükleyici bir yolculuğa çıkarır. Bu yolculuk, Ahmet'in cinayetle ilgili gözlem ve düşüncelerinin yanında, bir sır gibi sakladığı kardeşi Mehmet'in akıl almaz hikayesini de içermektedir.

Kitabı diğer pek çok okur gibi ben de beğendim. Ahmet çok ilginç bir karakter. Kimseye dokunamıyor, kıskançlık, öfke gibi duyguları aşmış, sıfır egoya sahip tuhaf bir adam. Bunun dışında, kitabın finali gerçekten heyecan verici ve kısmen tahmin edilse bile bu tahmin edilebilirliği ustalıkla hazırlanmış labirentler arasına gizlenmiş. Ben sadece köpeğe ne olduğunu merak ettim, malum Ahmet'ten başkasını yanına yaklaştırmıyordu:) Keyifli okumalar.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...