21 Şubat 2014 Cuma

Ölüm İçgüdüsü-Jed Rubenfeld

2008 yılında Jed Rubenfeld'in Bir Cinayetin Psikanalizi romanını okumuş ve çok etkilenmiştim. Roman; Freud (bildiğimiz Freud) ve onun öğrencisi Doktor Stratham Younger'ın bir cinayet etrafında gelişen araştırmaları, gözlemleri ve psikolojik analizlerini konu ediyor ve son derece şek edici bir finalle sona eriyordu. Ölüm İçgüdüsü ise; 1920 New York'unda patlayan bir bomba ile beraber açığa çıkan sırları ve yılların ayırdığı Hoca Freud ile öğrenci Younger'in farklı sebeplerle biraraya gelişini anlatıyor.

Ölüm İçgüdüsü-Jed Rubenfeld

1. Dünya Savaşı'nın neden olduğu çöküntü, maddi zorluklar, iflas eden şirketler, kapanan fabrikalar ve alkol yasağı insanları canından bezdirmiş, halk arasında adı konulmayan bir öfkenin  giderek büyümesine neden olmuştur. 16 Eylül'de Wall Street'te at arabasına koyulan bir bombanın patlaması ve pek çok kişinin hayatını kaybetmesi, hükümet bazında işleri iyice çıkmaza sokar. Bombalamayı kimin yaptığı net olarak bilinmese de petrollerine el koyulan Meksika'dan ve Rusya'dan şüphelenilmektedir.

Olayı araştırmak için  New York Polis Teşkilatı'ndan Dedektif Jimmy Littlemore görevlendirilir. Cephede görevli olan eski dostu Dr. Stratham Younger da savaştan sonra Amerika'ya dönmüştür. Yanında ise Marie Curie'nin öğrencisi, genç ve güzel Colette Rousseau ile konuşamayan kardeşi Luc vardır.

Marie Curie radyumu keşfetmiştir ve Colette radyumun kanserli pek çok hastanın hayatını kurtaracağına inanmaktadır. Freud'a göre, her canlıda doğuştan gelen bir ölüm içgüdüsü mevcuttur ve bu içgüdünün yokluğu çeşitli sorunlara yol açmaktadır. Kanser hastalığının kısaca ölemeyen hücre anlamına geldiği düşünüldüğünde, radyum tedavisi ile bu ölmeyen hücrelerin öldürülerek yeni hücrelerin doğmasının sağlanması son derece mantıklıdır.Marie Curie'nin gereken deneyleri yapabilmesi için Colette bağış kampanyalarına katılmaktadır. Ancak radyumu ellerinde tutan fabrikalar, bu değerli madeni insan sağlığı yerine fosforlu saat kadranları ve çeşitli mücevherlerde kullanmayı yeğlemekte, çalışan işçiler ise radyuma karşı herhangi bir önlem alınmadığı için son derece feci şekilde hayatlarını kaybetmektedir. 

Colette'i hedef alan tuhaf saldırılar, bombalama esnasında Merkez Bankası'ndan kaybolan yüklü miktarda altın, Amerikan başkanı seçimleri, Littlemore'un ulaştığı gizli bilgiler, Paris'ten Prag'a, Viyana'dan New York'a uzanacak soluk kesici bir maceranın da başlangıcı olur. İki eski dost Younger ve Stratham'in bu maceradan hasarsız olarak çıkmaları ise hiç de kolay olmayacaktır.

Kurguyla gerçeklerin kusursuz bir şekilde harmanlandığı Ölüm İçgüdüsü, pek çok farklı konuda okuyucuyu aydınlatan, son derece sürükleyici bir roman. Kitabı bitirdiğinizde kazanacağınız farklı bakış açıları da cabası. Mesela ben en çok altınla ilgili yapılan değerlendirmeleri sevdim. Diyor ki, "Altın, biz değerli saydığımız için bu kadar kıymetli. Hükümet bugün çıkıp artık altının parasal anlamda bir değerinin kalmadığını açıklasa, altının da sokaktaki taştan bir farkı kalmaz. "

Kitaptaki bazı bölümler ise sanki günümüz Türkiyesini özetler gibiydi. Mesela halkın devlete ve bankasına olan güveninin sarsılmaması için yaşanan olaylarla ilgili gerçekler saklanıyor ve halka başka türlü bir açıklama yapılmasına karar veriliyor. Halk bunu yutar mı sorusuna cevap ise; "Normal halkın bu tür şeylere her defasında nasıl inandığına ben bile şaşırıyorum ama evet, yutacaklar." şeklinde oluyor. Altı çizilen bir başka konu ise halkın daima kendini ya da malını gerçekte olmasa bile güvende hissetmesi gerektiği. Yani elindeki tahvilin aslında beş para etmediğini bilen bir halk ayaklanır ve devlet bir kaç güne kalmadan iflas eder. Ancak kasasında hiç parası kalmayan bir devlet, kasasının ağzına kadar dolu olduğuna halkı inandırmayı sürdürürse, o ülkede güven ve ekonomik istikrar da devam eder. Çünkü elindeki tahvilin halen değerli olduğunu sanan vatandaş, durduk yerde gidip de tahvilin karşılığını devletten istemez. 

Bu kitap çok şey öğretiyor. Sırf bu nedenle bile okunur. Tavsiye ederim.

12 Şubat 2014 Çarşamba

Sevgi Uğruna Yaptıklarımız-Kristin Hannah

Bu romanı aslında çoktan tanıtmış olmam gerekirdi. Çünkü okuyalı aylar oldu. Ancak blogda yaşadığım bir problem nedeniyle silinmiş. Ben de arşivimde bulunması için tekrar yazıyorum.

Kristin Hannah; sevenlerinin çok iyi bildiği üzere kadın hikayeleri yazar. Kız arkadaşlar, kız kardeşler, hikayelerinde hep baş köşededir. Diğer olaylar ise bu insanların çevresinde gelişir. Klasiktir, duygusal yönü ağır basan bu hikayeleri bitiren okuyucunun muhtemelen gözünde yaş, boğazında da koca koca yumrular olur. Bunun sebebi ise Kristin'in romanlarındaki duyguyu okuyucuya geçirmesindeki başarısıdır.

Sevgi-Ugruna-Yaptıklarimiz-Kristin-Hannah

Sevgi Uğruna Yaptıklarımız, bir türlü çocuk sahibi olamayan Angie ile, erken yaşta hamile kalan Lauren'in hikayesini anlatıyor. Bir tarafta anne sevgisiyle dopdolu, ancak çocuk sahibi olamayan genç ve güzel bir kadın, diğer tarafta annesinin terk ettiği, on yedi yaşında anne olmaya hazırlanan yoksul ve yalnız bir genç kız.

Angie çocuk problemi nedeniyle eşinden ayrılmış ve ailesinin yaşadığı West End'e taşınmıştır. Aile restoranının başına geçen Angie, hayatını düzene koymanın yollarını aramaktadır. Lauren ise alkolik annesi tarafından hep bir hata olarak görülmüş, en sonunda annesinin kendisini terk etmesiyle yapayalnız kalmış, hayatında gerçekten sevdiği tek insandan hamile olduğunu henüz öğrenmiş çaresiz bir genç kızdır. Tesadüfler bir şekilde bu iki insanın yollarının kesişmesine neden olur ve Lauren, Angie'nin restoranında önce bir çalışan ardından kalabalık ve sevgi dolu ailesinin bir parçası olur. Ancak giderek büyüyen bu dostluk, doğacak bir bebek ile ciddi bir şekilde sınanacak ve hayat bu iki kadına anneliğin ya da anne olma ihtimalinin insanlara hangi kararları aldırabileceğini ve bu kararların ne gibi sonuçlara yol açabileceğini üzücü de olsa gösterecektir.

Ben kalabalık İtalyan ya da Yunan ailelerin anlatıldığı romanları ve filmleri çok severim. Hani herkesin bir ağızdan konuştuğu şen şakrak kahvaltı sofraları, kahkahaların havada uçuştuğu, fonda çalan müzikle yerinde duramayan insanların bir araya geldiği akşam yemekleri gibi... Biz çocukken özellikle bayramlarda böyle sofralarımız olurdu ve geriye yaslanıp bu manzarayı izlemek çok hoşuma giderdi. İşte bu kitapta tam olarak bu lezzeti buluyorsunuz. İtalyan asıllı ailenin koşuşturmacalı hayatı ve aralarında geçen komik diyalogları bana keyif verdi gerçekten. Kristin Hannah, izahtan ve tavsiyeden vareste ancak hala okumadıysanız, alın ve okuyun derim.
Görüşmek dileğiyle.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...