kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

6 Eylül 2021 Pazartesi

Şe7t4n-Joe Hill

 Stephen King'in oğlu Joe Hill'in ilk kitabı Kadife Kutudaki Hayalet'i okumuş açıkçası çok başarılı bulmamıştım.  Şe7t4n, hem çok daha sürükleyici hem de fantastik bir çocuk masalı gibi insanı peşine takıp götüren bir tarza sahip.

Şe7t4n-Joe Hill

Victoria Mcqueen'in kaybolan eşyaları bulmak gibi gizli bir yeteneği vardır. Bunun için bisikletiyle bir kaç dakika içinde önünde uzanan yolda eski bir köprü oluşturması, o köprüden kaybolan şeyin bulunduğu yere - ki bu ülkenin öbür ucu olsa dahi- giderek kaybolan şeye odaklanması yeterlidir. 

Charles Tailent Manx'in de sıradışı bir yeteneği vardır.  NOS4A2 plakalı Rolls Royce'u ile kaçırdığı çocukları gerçek hayattan koparıp her sabahın Noel olduğu Noelistan'a götürmektedir. Bu yolculuklar sırasında çocuklar masumiyetlerini kaybedip korkunç varlıklara dönüşmektedir. 

Bir gün Victoria ve Manx'in yolu kesişir. Ancak Victoria savaşı kazanır ve bedeli ağır olsa da Manx'in elinden kurtulan tek çocuk olarak hayatına devam etmeye çalışır. Yıllar sonra Manx Victoria'dan intikam almak için tekrar işbaşındadır. Ancak bu kez hedefinde, Victoria'nın, uğruna herşeyi göze alacağı oğlu vardır.

Kitabın yaklaşık 700 sayfa olması gözünüzü korkutmasın, başta da dediğim gibi akıcı ve kolay okunan bir hikayesi var. En sevdiğim tür korku ve gerilim olmasına rağmen ben bir Stephen King fanı değilim açıkçası. Bu nedenle Joe Hill'i okurken babasıyla kıyaslamak aklıma dahi gelmedi. Size de bu ailevi durumdan bağımsız bir okuma tavsiye ederim. Ayrıca ilk kitabında göremediğim ışığın bu kitapta hafiften göz kamaştırdığını itiraf etmeliyim. Eğer fantastik korku/gerilimden hoşlanıyorsanız siz de bir şans verebilirsiniz. Keyifli okumalar!

12 Haziran 2021 Cumartesi

Hafıza Defteri-Petina Gappah

  Öyküleriyle The Guardian'ın ilk kitap ödülüne layık görülmüş Zimbabve'li yazar Petina Gappah, Hafıza Defteri'nde ismiyle müsemma Memory'nin hikayesini anlatıyor bize. Orjinal ismi "The Book of Memory" de, bence bu hikayenin tam olarak karşılığı. 

Hafıza Defteri-Petina Gappah

Memory, onu çok küçükken yanına alıp yetiştiren Lord Hendricks'i öldürmek suçundan hüküm giyer. Aynı zamanda albino olan Memory idamını beklerken, avukatı temyiz talebi için başından geçen tüm olayları yazıya dökmesini ister. Yazacaklarını aynı zamanda Memory'nin hikayesiyle ilgilenen ve adalet sisteminin açıklarını araştıran Amerikalı bir gazeteciye de ulaştıracaktır.

Memory tüm hayatını yazmaya başlar. Çevresindeki herkes aynı durumda olduğundan ne kadar fakir olduklarını asla fark etmediği bir mahallede ailesiyle nasıl yaşadığını, sadece 9 yaşındayken zengin Beyaz Adam'a nasıl satıldığını, o beyaz adamın yanında geçirdiği 9 yılı, aldığı iyi eğitimleri, kavuştuğu imkanları, gördüğü saygı ve sevgiyi, hapishane günlerini, herşeyi anlatır. Ancak yazdıkları gerçekten yaşadıkları mıdır, yoksa hepsi Memory'nin hafızasının yanılsamalarından mı ibarettir?

Hafıza Defteri, bir gerilim ya da cinayet romanı değil. Daha çok kimlik ve aidiyetle ve çeşitli karakterlerin çeşitli nedenlerle toplum tarafından nasıl marjinalleştirildiğiyle ilgili bir kitap. Kitap özünde iki soruya cevap arıyor; Memory'nin ailesi ondan neden vazgeçti? Beyaz Adam'ı kim öldürdü? Bunu yaparken de pek çok toplumsal soruna itinayla değiniyor.

Memory karakteri, Afrikalı bir albino olmasından dolayı, çok da alışık olmadığımız bir görünüme sahip. Bunun dışında esprili, eğlenceli ve düşünceli. Tüm gün kavurucu güneşin altında oynamaktansa evde kalıp okumayı ve hayal kurup kendi içine çekilmeyi daha çok tercih eden sempatik bir çocuk. Kitapla ilgili tek eleştirim yerel dildeki kelimelerin sayıca fazla olması. Bunun dışında verdiği güçlü mesajlarıyla Hafıza Defteri'ni tavsiye ederim, keyifli okumalar. 

10 Haziran 2021 Perşembe

İzin Yok-Diana Hockley

İzin Yok (The Naked Room), Tess Gerritsen severlerin hayal kırıklığına uğramayacağı, bol gerilimli, gizemli ve aynı zamanda Dedektif Susan Prescott serisinin de ilki olan bir Diana Hockley romanı.

İzin Yok-Diana Hockley

Genç, güzel ve başarılı piyanist Ally Carpenter, çellist sevgilisi Briece ve ekibiyle çıktığı akşam yemeğinden sonra aniden ortadan kaybolur. Hayatından endişe eden annesi Eloise polise başvurur. Dedektif Susan Prescott olayı tüm yönleriyle araştırmak için başta Ally'nin annesi ve sevgilisi olmak üzere tüm ekip üyeleri ile görüşmeye başlar. 

Eloise'in bazı sırlar sakladığından ve bazı ekip üyelerinin Ally'ye zarar verebilecek potansiyelde olduğundan şüphelenen Susan araştırmalarını derinleştirdikçe hiç tahmin etmediği bilgilere ulaşır. Bu arada iki cinayet daha işlenir ve bu cinayetlerin Ally ile muhtemel bağlantısı işleri iyice karıştırır.

Tüm bunlar olurken Ally, hiç bilmediği bir odada çıplak ve bağlanmış olarak uyanır. Son hatırladığı; sevgilisi ve ekibi ile yediği yemek ve vereceği konser için duyduğu heyecandır. Neden ve kim tarafından kaçırıldığı ile ilgili en ufak bir fikri yoktur. Ancak saatler ilerledikçe, hayatının gerçek anlamda tehlikede olduğuna hiç şüphesi kalmaz.

İzin Yok; diğer iyi yazılmış benzerleri gibi oldukça akıcı bir kitap. Farklı olan yanı, çok da alışık olmadığımız yazım tarzı. Kitap önce birinci tekil şahıs ağzından anlatılmaya başlansa da sonrasında tüm karakterler kendi hikayelerini, kendi açılarından anlatıyorlar. Örneğin bir bölümde karakter bir şeyi nasıl yaptığını anlatıyor, hemen bir sonraki bölümde başka bir karakterin ağzından bu davranışın dinamiğini öğreniyoruz. Zaten o kadar meraklanıyorsunuz ki cevaplara bir an önce ulaşmak için bölümleri arka arkaya okuyorsunuz. Böylece roman hemencecik bitiveriyor. En sevdiğim!

Yazarın tarzını çok sevdim, kesinlikle takip edeceğim. Size de tavsiye ederim, keyifli okumalar.

7 Haziran 2021 Pazartesi

Körlük- Jose Saramago

 Pandemi döneminin en başında okuduğum ve muhtemelen hayatım boyunca hiç unutamayacağım bir kitap Körlük. Okuyan hiç kimsenin de aklından çıkacağını sanmam. Bana hep işler çığrından çıktığında insanların nasıl vahşileştiğini hatırlatacak...

Körlük- Jose Saramago

Trafik ışıklarında bekleyen bir adam ansızın kör olur. Bu durum için gittiği doktora da körlüğü bulaştırır. Ondan ona, ondan ona derken körlük tıpkı bir salgın gibi her yere yayılır. Bu da günlük hayatın olmazsa olmaz ihtiyaçlarının karşılanmasını imkansız hale getirir. Elektrik ve su kesilir, marketlerde yiyecek kalmaz. Çöpler tüm cadde ve sokakları istila eder. Çünkü artık kimse çalışamamaktadır. Karnını doyuramayan, banyo yapamayan ya da tuvalet ihtiyacından sonra kullanacak su bulamayan insanlar gün geçtikçe daha da kirlenir, yabanileşir. Körlük öldürücü değildir ama insanı insan yapan ne kadar değer varsa zamanla hepsini yok eder. Cinayetler, toplu tecavüzler, yağma gibi suçlar sıradanlaşır. 

Gözleri hala gören yetkililer, körlüğü kendilerinden uzak tutmak için tüm körleri büyük binalara hapsederler. Ancak gruplaşma, çatışma ve şiddetin kol gezdiği, kimsenin kimseye acımasının olmadığı bu yerde hayat özellikle kadınlar için çok zordur. Zira kadınlar, temel ihtiyaçları için bedenleriyle, onurlarıyla sınanmaktadır. 

Herkes nihayetinde kör olur; biri hariç: Doktorun karısı garip bir şekilde bu hastalığa yakalanmaz ancak bu durumu herkesten saklar ve kör taklidi yaparak eşinin yalnız kalmasına engel olur. Hapishaneye onunla birlikte girer ve görmenin avantajıyla çevresindeki insanlara yardım eder. Ancak bu bile onun ciddi acılarla boğuşmasına ve eşi tarafından aldatılmasına engel olamaz. 

Çok çarpıcıydı. Açıkçası bu kitap, beynimin hiç çalışmayan bir noktasını harekete geçirmiş gibi hissediyorum ve garip bir şekilde çok sık aklıma geliyor. Elbette bunda içinde bulunduğumuz şartların etkisi büyük, ister istemez karşılaştırma yapıyorum tabi. Ama bir düşününsenize, tam da şu anda hepimiz kör olsak, elektrik, su kesiliverse, araba kullanamasak, şoförler de kör olacağından toplu taşımaya binemesek, eve bile gidemesek ne yapardık? Marketleri kaçıncı günde yağmalardık ya da en yakındaki evi? Birini öldürme sınırına ulaşmamız ne kadar vaktimizi alırdı? Peki temel ihtiyaçlarımız için neleri feda ederdik? Hala okumayan kaldıysa, kesinlikle tavsiye ediyorum, hoşçakalın.

23 Şubat 2021 Salı

13 Hazine- Michelle Harrison

Kalın kapaklı, ciltli çocuk kitaplarını çok severim ve bazen sırf kapağı için kitap satın aldığım çoktur. 13 Hazine de kapak tasarımıyla beni çocukluğuma götürdü resmen ve hiç düşünmeden aldım. İyi ki de almışım:)

13 Hazine-Michelle Harrison
13 yaşındaki Tanya'yı yaşıtlarından ayıran farklı bir özelliği vardır; perileri görebilmektedir. Ancak çocukların okuduğu o güzel masallardaki iyi perileri değil,  onu uykusundan uyandıran, azarlayan, rahatsız eden kötü perileri! Tanya ne yaparsa yapsın onları görmezden gelmeyi başaramaz. Bu kötü periler  yol açtıkları pek çok karmaşanın yanında, Tanya'nın, tuhaf davranışlarına bir türlü anlam veremeyen annesi tarafından iki haftalığına kasaba dışındaki Elvesden Malikanesi'nde yaşayan büyükannesinin yanına yollanmasına da sebep olurlar.

Tanya malikanenin alt katında kilitli bir odayı merakına yenilerek açmayı başarır ve perilerle ilgili düzinelerce kitap bulur. Anlaşılan büyükkannesi de çok normal değildir. Bu kitaplardan birinin sayfaları arasında eski bir gazete kupürüne rastlayan Tanya, bundan elli yıl önce Elvesden Malikanesi'ni çevreleyen ormanda küçük bir kızın gizemli bir şekilde ortadan kaybolduğunu öğrenir. Malikanenin bahçıvanının oğlu Fabian'la bu garip olayı araştırmaya başlayan Tanya'ya daha sonra babası ve büyükannesi de katılacak ve olaylar giderek karışacaktır.

Tanya çok zeki ve sevimli bir kahraman ve ona kayıtsız kalmak gerçekten zor. Yazarın yarattığı o ürpertici atmosfer ve hissettirdiği gerilim şahane. Ben çocukken de korku hikayeleri dinlemeye bayılırdım ve keşke bu kitabı o yaşlarda okuma şansım olsaydı. Ama hala geç değil, bence hem büyükler hem de küçükler için harika bir seçenek. Okuyun, okutturun. Tavsiye ederim.

22 Şubat 2021 Pazartesi

Labirent-Alexandra Monir

 Labirent, aslında herşeyin bir masal tadında ilerlediği, hani neredeyse Türk filmlerindeki olay sıralamasına göre ilerleyen sabun köpüğü bir kitap.

Labirent-Alexandra Monir

Imogen 7 yıl önce ailesinin İngiltere'de yaşadığı malikanede çıkan bir yangın neticesinde anne ve babasını kaybeder. Koruyucu bir aile tarafından evlat edinilen Imogen, artık 17 yaşındadır ve hayatına New York'ta devam etmektedir. 

Imogen bir gün bir mektup alır ve hem İngiltere'de kalan malikanenin hem de Rockford Hanedanlığı'nın tek varisi olduğunu öğrenir. Hayat işte:) Imogen artık sadece genç bir kız değil aynı zamanda genç bir düşestir ve miras işlemleri için hemen İngiltere'ye dönmesi gerekmektedir. 

Uzun bir yolculuğun ardından doğduğu topraklara dönen Imogen, geçmişin karanlık sırlarıyla yüzleşecek ve çocukluk aşkı Sebastian'la birlikte gerçeği keşfe çıkacaktır. 

Başta da dediğim gibi, çabucak okunan ve edebi değeri olmasa da insanı sıkmayan bir kitap. Seyahate çıkarken iyi bir seçim olabilir. Keyifli okumalar!

6 Ekim 2020 Salı

Zümrüt Şelaleleri- Kimberley Freeman

 Kimberley Freeman, Sarah Jio'nun izinden gitmeyi sürdürerek Zümrüt Şelalaleri'nde de geçmiş ve gelecekteki iki zaman çizgisini birleştirmeye çalışıyor. Bu anlatım tarzı sadece bana mı kabak tadı verdi, cidden merak ediyorum.

Zümrüt Şelaleleri- Kimberley Freeman

Yıl 1926. Annesine bakmak zorunda olan Violet, Zümrüt Kaplıca Oteli'nde çalışmaya başlar. Ancak yasak olmasına rağmen kalbinin sesine yenilir ve otelde konaklayan çok zengin bir ailenin varisi olan Sam'e aşık olur. Ancak bu aşkın kaderi bellidir ve şiddetli bir kar fırtınası herşeyin sonunu da beraberinde getirir.

Yıl 2014. Lauren uzun zamandır hasta olan kardeşinin hayatını kaybetmesi üzerine, onun en son mutlu olduğu Zümrüt Şelaleleri'ne gider. Bu Lauren için oldukça yeni bir durumdur. Zira uzun zamandır ilk kez evden uzaktır ve yalnızdır. Lauren bir kafede iş bulur ve çalışmaya başlar. Bu arada Zümrüt Kaplıca Oteli, uzun yıllar kapalı kaldıktan sonra restorasyon çalışmaları ile tekrar açılmaya hazırlanmaktadır. Bir gün otelin sahibi, otelin anahtarlarını Lauren'in iş yerinde unutur. Anahtarları alan Lauren merakına direnemez ve kapalı olan oteli keşfe çıkar. Odalardan birinde bir gramofonun içine saklanmış bir deste mektup bulan Lauren, mektupların kime ait olduğunu araştırmaya başlar ve kendisini oldukça ilginç bir hikayenin içerisinde bulur.

Kimberley Freeman'ın daha önce de birkaç kitabını okudum. Aynı teknikle yazılmasına rağmen onları daha çok sevmiştim. Bu kitap hem çok hafif hem de çok klasik. Sonu kendini belli eden, çok sürpriz barındırmayan ve okunduktan sonra hemen unutulan sabun köpüğü kitaplardan. Violet karakterinin fazlasıyla ahmak bir karakter oluşu da böyle düşünmemde etkili oldu sanırım. Belki iki ağır roman arası mola niyetine okunabilir. Onun dışında benim için "okumasam da olurmuş" listesine dahil olmuş bir kitap kendileri.

17 Eylül 2020 Perşembe

Kırık Dökük-Dawn Barker

Dawn Barker'ın Kırık Dökük'ü, lohusalık depresyonunu konu alan, bazı eksiklerine rağmen oldukça etkileyici bir kitap.
 
Kırık Dökük-Dawn Barker

Anna ve Tony mutlu giden evliliklerini bir bebekle taçlandırmaya karar verirler. Oğulları Jack'i kucaklarına aldıklarında ikisi de çok mutludur. Anna bebeğinin üzerine titremekte ve onun için en iyisini istemektedir. Ama Tony'nin yoğun çalışması ve Anna'nın yeni doğmuş bir bebekle tek başına kalması evdeki huzurun yavaş yavaş kaybolmasına neden olur. 

Anna bir taraftan bebekle sadece kendisinin ilgilenmesi gerektiğini, çünkü bunun iyi bir anne olmanın gereği olduğunu düşünürken, diğer taraftan işlerinden kendisine ve bebeğe zaman ayıramadığı gerekçesiyle içten içe eşini suçlamaya başlar. Ev işlerini ve bebek bakımını kusursuz bir şekilde yerine getiren mükemmel anne rolünü oynamaya çalışan Anna'da zamanla uyku sorunları baş gösterir. İlk haftalarda bebek uyumadığı için kendisinin de uyuyamadığı bahanesine sığınan Anna'nın, ilerleyen zamanlarda bebek uyusa dahi gözünü kırpmadan geçirdiği saatler günlere, günler haftalara döner. Genel durumundan şüphelenen Tony'nin ısrarı ile doktora giden Anna'ya doğum sonrası depresyon teşhisi konur ancak Anna ilaçlarını içmeyi reddeder. İşler giderek sarpa sarar ve bir gün Tony, bütün aramalarına rağmen Anna'ya ulaşamaz. Polisin günler süren araştırmaları neticesinde Anna bir uçurumun kıyısında bulunur, Jack ise ortada yoktur...

Doğum sonrası depresyon, aslında bütün toplumlarda yaygın olarak görülen ancak nedense pek dile getirilmeyen hatta sıklıkla saklanmaya çalışılan ciddi bir sorun. Tedavi edilmediği takdirde, annenin kendisine ya da bebeğe zarar vermesi ile sonuçlanabiliyor.

Mutlaka duymuşsunuzdur; eskilerin "al basması, alkarısı, çarşamba karısı" diye adlandırdığı, lohusalara musallat olan ve lohusa kadın yalnız bırakılırsa anne ve bebeğinin ölümüne neden olacağına inandığı bir kötü ruhtan bahsedilir. Buna göre; çoğunlukla çeşme başlarında ya da boş ahırlarda dolaşan bu alkarısının giysisinden bir parça koparılırsa, o parça civarda yeni doğum yapanlara bir şekilde paylaştırılır. Böylece alkarısı lohusalık müddetince o lohusaya ya da bebeğine yanaşamaz. Lohusalık bitince, o parça yolculuğuna yeni bir annede devam eder. Tüm bunları nerden biliyorum, çünkü ben de bir anneyim ve bu konuda mevcut tüm efsanelere son derece hakim, sağlam bir kaynağım var:Annem😂

Anneannemin dedesi, bir gün köyün çeşmesinde abdest alırken, başında kırmızı tülbenti olan alkarısıyla karşılaşmış ve hemen hoop tülbentinden bir parça koparmış. Olaya gel!😄 İşte o parça döndü, dolaştı ve en sonunda bana geldi. Şahsi fikrim; elbette böyle bir kadının olmadığı ve aslında tüm olayın lohusa depresyonuna yakalanan kadınların mevcut durumlarına herhangi bir teşhis koyamayan köy halkının, en azından psikolojik olarak anneyi rahatlatmak için böyle bir cadı yarattıkları ve sonrasında ise ufak bir kumaş parçasıyla bu rahatsızlığın bir anda sona ereceğine kendilerini inandırdıkları yönünde. Amacı güzel ve içinde iyilik olan bir gelenek, o yüzden destekliyorum. Bense, bez parçasını elime aldığımda tamamen başka bir kafadaydım. Tarihi mekanları, eserleri ve eski olan herşeyi dokunarak, hissederek incelemeyi çok sevdiğimden, sandıktan çıkan bu yüz küsür yıllık sararmış kumaş parçasına dokununca resmen çarpıldım ve onun kimbilir kaç kadının annelik yolculuğuna eşlik ettiğini düşünerek mutlu oldum.😌

Son olarak pek çoğumuzun bildiği şu afrikalı atasözünü tekrar hatırlayalım isterim: "İt takes a village to raise a child." Yani bir adet minnak yavruyu büyütmek için koca bir köy lazım. O yüzden çevrenizde yeni anne olmuş kadınlara lütfen yardımcı olun. Aman ne olacak demeyin, bebeği kucağınızda tutacağınız beş dakika, annenin en basitinden gönül rahatlığıyla tuvalete gitmesine yeter ve bence lohusayken endişesiz geçecek bir beş dakikanın değeri hiç bir şeyle ölçülemez.😊 Keyifli okumalar!

23 Temmuz 2020 Perşembe

Paris'ten Sevgilerle- Alexandra Potter

İsminde Paris kelimesi olan kitaplar, sizde de otomatikman okuma isteği uyandırıyor mu? Ben mesela, çok ağır bir gerilim romanını yeni bitirmişsem, hemen arkasından mutlaka böyle insanı hafifleten bir roman okumak istiyorum. Paris'ten Sevgilerle de bu anlamda biçilmiş kaftan.

Kitabın konusuna gelirsek; Ruby erkek arkadaşı tarafından havaalanında kelimenin tam anlamıyla ekilir. Bunun üzerine sinirden deliren Ruby bir hışımla, Paris'te yaşayan antika uzmanı yakın arkadaşı Harriet'i ziyaret etmeye karar verir. Harriet'in işi nedeniyle kendini değer tespiti yapılması gereken ve  70 yıldır kapalı tutulan bir evde bulan Ruby, evi gezerken bir tomar eski mektupla karşılaşır. Mektupları kendisine saklayan ve Harriet'e dahi bundan söz etmeyen Ruby, mektupları okudukça ikinci dünya savaşı yıllarında yaşanmış büyük bir aşkın tam ortasına düştüğünü anlar.

Başta da dediğim gibi, kafa dağıtmak için okuduğum bir roman olduğundan edebi değeri vs. hakkında eleştiri yapmak istemiyorum. Romantik ve hafif bir kitap okumak, o güzelim sokakların büyüleyici atmosferinde kaybolmak istiyorsanız tavsiye ederim. Ne derler bilirsiniz; "Paris is always a good idea."😉

1 Mayıs 2020 Cuma

Yanlış Tercihler Mahallesi-Mario Levi

Yanlış Tercihler Mahallesi, aynı mahallede yaşayan birbiriyle bağlantılı insanların hikayesini, hem bu kişilerin hepsini tanıyan bir baş karakterin, hem de onun bilmediği kısımları anlatan bir hikayecinin ağzından okuyucuya aktaran farklı bir roman. 
Yanlış-Tercihler-Mahallesi-Mario Levi
Bir mahalle düşünün. Öyle bir mahalle ki, tüm sakinleri nev'i şahsına münhasır. Herkesin başka bir hikayesi var ama bu hikayeler ucundan kıyısından bir zincir gibi bağlı birbirine. Sakinlerin isimleri de karakterlerinin özeti gibi; Süslü Niko, Şişko Nuri, Fırıldak Selami, Pasaklı Vera...Ve bu karakterlerin hepsi, hayatlarının bir döneminde yanlış bir tercih yapıyorlar, sonra da hayatlarının sonuna kadar bu tercihlerinin bedelini ödüyorlar.

Yanlış Tercihler Mahallesi; açıkçası bana pek uymadı. Kitabı bitirmem neredeyse bir haftayı buldu. On kitaplık karakter ve hikayenin tek bir romana yığılması, düz cümleler yerine romanın neredeyse tamamının soru cümlelerinden oluşması, bir anlatıcı yetmezmiş gibi iki anlatıcının olması, hikayelerin, duyguların, tasvirlerin ve geri kalan herşeyin uzaması, uzaması ve uzaması beni cidden yordu. Bazı bölümler ilgimi çekse de, sonlara doğru inanılmaz sıkıldım. Bir de yazarın sanki hayatta karşımıza çıkabilecek tüm karakterleri anlatma telaşı ile "bu karakteri diğer karaktere bak nasıl bağlıcam" çabası biraz zorlama geldi. Okurken şöyle dedim içimden; tamam o var, o da var, yok artık bu da mı var? Ama bunu şaşırdığımdan değil, bu yoğunluktan bıktığımdan dedim. O köhnemiş, burnuma kadar gelen eski kokulu dükkanlarla dolu mahalleyi de, karakterleri de hiç sevemedim maalesef. Belki daha az kişiyle, daha kısa ve etkileyici hikayelerle daha akıcı bir roman olabilirdi ama bu benim fikrim elbette. Siz yine de bu türün meraklısı iseniz bir şans verin. Kimbilir, belki de çok seversiniz. Keyifli okumalar!

30 Nisan 2020 Perşembe

Kayıp Hayaller Atölyesi-Beth Hoffman

Uzun yıllardır ahşap boyama ve eşya yenileme ile ilgilendiğimden, Kayıp Hayaller Atölyesi'ni ve kahramanı Teddi'yi kendime çok yakın buldum. Pek çok yerde; "Aaa, aynı ben!" dediğimi de itiraf etmeliyim.
Kayıp Hayaller Atölyesi-Beth Hoffman

Teddi, annesi, babası, erkek kardeşi ve büyükannesi ile birlikte şehirden uzakta bir çiftlikte yaşamaktadır. Teddi, eski eşyalara büyük bir ilgi duymaktadır ve bu nedenle eline geçen tüm harçlıkları pazarlardaki eski eşyalara yatırmaktadır. Annesi, kızının bu hevesini zaman öldürme olarak görse de, Teddi çocuk yaşta sattığı eşyalardan oldukça iyi bir meblağ biriktirmeyi başarmıştır. Teddi'nin tek hayali, ileride bu işi yapabileceği bir dükkan açmaktır.
Teddi'nin kardeşi Josh ise, doğaya aşık, hayvanlarla kimsenin anlamadığı bir yolla iletişim kurabilen, vahşi hayvanları dahi sadece bakışlarıyla sakinleştirebilen özel bir çocuktur. 
Teddi bir gün yol kenarında bir komodin bulur. Uzun uğraşlar ve denediği farklı boyama teknikleri neticesinde, ortaya olağanüstü bir iş çıkarmayı başarır. Komodini satmak için evlerinin önündeki yola çıkarır ve beklemeye başlar. Bir süre sonra bir kamyon durur. Kamyonun sahibi, komodini çok beğenerek satın alır, üstelik Teddi'nin istediği paranın tam iki katını ödeyerek! Teddi'ye kartını veren adam, aynı zamanda Teddi'nin kaderini belirlediğinden habersizdir.
 Teddi liseyi bitirdikten sonra, annesinin kendisi hakkındaki tüm gelecek planlarını bozarak evden ayrılır ve yıllar önce kendisine kartını bırakan antikacı adamı bulmak için şehre gider. Teddi artık hayallerini gerçekleştirmeye çok yakındır ve bunun için her türlü bedeli ödemeye hazırdır.

Kayıp Hayaller Atölyesi'ni çok sevdim. Elimden bırakamadım ve iki akşamda bitti zaten. Okurken kahkaha attığım da oldu, boğazımın düğümlendiği de. Josh karakteri çok tatlıydı, özellikle vahşi kuşlarla olan sahnelerinden çok etkilendim. Kısacası gerçekten keyif aldım, bu nedenle herkese tavsiye ederim.
Son olarak kitaptan bir söz: "Mutluluğunu hiç kimsenin uçurtmasının kuyruğuna bağlama."💙

23 Nisan 2020 Perşembe

Kesinti-Marc Elsberg

Kesinti, tüm dünyada yaşanan ciddi bir elektrik kesintisi neticesinde yaşanan kaosun nelere yol açabileceğini anlatan oldukça sürükleyici bir kitap. Tam da karantina günlerinde okursanız, dünyadaki herşeyin daha başka hangi yollarla durabileceğine ilişkin alternatif bir bakış açısı da elde edebilirsiniz. İhtimaller sınırsız malum!
Blackout-Marc Elsberg
Avrupa'da, İtalya ve İsveç merkezli bir elektrik kesintisi yaşanır. Herkes bu durumun geçici olduğunu düşünmektedir. Ancak elektrik geri gelmediği gibi, giderek diğer ülkelere de yayılmaya başlar. Herkes şaşkındır çünkü bu kesintilerin sebebi bilinmemektedir. Trafik lambaları çalışmadığı için kazalar yaşanır, akaryakıt pompaları çalışmadığından arabalar yollarda kalır. Yakıtı biten jeneratörler ve dağıtımı yapılamayan şebeke suları nedeniyle insanlar soğuktan, açlıktan ve susuzluktan ölmeye başlar. Kesintiler arttıkça santraller, sonra onların bağlı olduğu daha büyük santraller ve bilgi işlem  merkezlerinde de ciddi sorunlar baş gösterir. Hastanelerde solunum cihazı vb. makineye bağlı olan hastaların durumu kötüleşir, bazıları ölür. Marketler çalışamaz, gıdalar bozulur, bankalarda işlemler durur, borsalar çöker. Bu arada esas büyük tehlike santrallerdedir. Çünkü soğutma işlemi için elektriğe ihtiyaç duyulmaktadır. Aksi halde yeni bir nükleer felaket kapıdadır.

Eski hacker Manzano ve gazeteci Shannon tesadüfen elde ettikleri bilgiler ve ipuçlarını birleştirerek tüm dünyayı etkisi altına alan bu elektrik kesintisinin arkasında büyük bir terörist saldırısının yattığını öğrenirler. Bu saldırıyı durdurmak için çok az zamanları vardır ve önlerindeki engelleri aşmaları için pek çok kurumu karşılarına almaları gerekmektedir.

Kitap bazı okularca, yazarın elektrik santralleri hakkında fazla detaylı bilgi verdiği gerekçesiyle eleştirilmiş. Açıkçası ben ilgimi çeken konularda bilgi sahibi olmayı seviyorum. Dolayısıyla o kısımları okurken de hiç sıkılmadım. Felaket senaryoları gerçekçi bir temele dayandığı sürece benim için sorun yok. Gerçi şu an gözle göremedğimiz bir virüs nedeniyle oldukça fantastik günler yaşıyoruz ama düşününce, tüm dünyada elektriklerin kesilmesi bence daha olası bir durum. Ve aynen kitapta anlatıldığı gibi, böyle bir durumda gıdadan ısınmaya, ulaşımdan bilişime her anlamda biteriz arkadaşlar. Ben Kesinti'yi sevdim, sizlere de tavsiye ederim. Keyifli okumalar!

12 Mart 2020 Perşembe

Kayıp Denklemler-Scott Baker

Ted Dekker'ın Çember Serisi'ni sevdiyseniz, Fringe dizisinin tıpkı benim gibi fanlarından biriyseniz, Scott Baker'ın Kayıp Denklemler'ini de çok seveceksiniz, emin olun.

Çünkü Kayıp Denklemler'de de geçmişle gelecek, şimdiki dünya ile paralel evren içiçe geçiyor ve olaylar resmen bir lodos fırtınası gibi başınızı döndürüyor. Evet yine klasik "keşşşke ben yazsaydım bu kitabı" sendromumu hortlatan, ve filmi çekilse de izlesek  listeme jet hızıyla giren bir romanla karşınızdayım😂

Kayıp Denklemler-Scott Baker
Shaun Strickland, bir lisede öğretmenlik yapmaktadır ve bunun dışında yıllardır uzay ve zaman arasındaki ilişki üzerinde çalışmaktadır.  Bir gün Cambridge Üniversitesi'nde bu konuda konuşmacı olmak için ciddi bir son dakika daveti alır. Nihayet birilerinin kendisini fark ettiğini düşünen Shaun, en büyük destekçisi eşiyle birlikte  yola çıkar. Uçağa yetişmek için acele eden çift, yolda tanımlayamadıkları bir şeye çarparlar.  Arabadan indiklerinde, eski ve kirli bir bez parçasına sarınmış ve yüzyıllar öncesinden gelmiş gibi duran bir adama çarptıklarını anlarlar. Adamın elinde bir paket, pakette ise eski dillerde yazılmış el yazmaları ile bin yıl önce mühürlenmiş bir kitap bulunmaktadır. Shaun kitabı alır ancak o eski hazinenin peşinde çok tehlikeli insanlar vardır. Shaun eşini korumak, hayatta kalmak ve  bu kitabın sırrını çözmek zorundadır. Ancak bu hiç kolay olmayacaktır. 

Kayıp Denklemler; ismiyle müsemma bir roman. Olaylar arasındaki matematik neredeyse gözle görülür derecede somut ve  akıl dolu bir kurguya sahip. Müthiş heyecanlı, sürükleyici ve sizi resmen içine alan bir etkisi var. Okurken aklımdan çıkan bazı ufak detayları yazar kesinlikle unutmamış ve finalde herşey bir zincir gibi birbirine bağlanmış. En sevdiğim! Kitabı hemen burada size anlatmayı çok isterim ama bence alın ve okuyun. Kitabın gözünüzde canlandırdığı dünyadan ve hayal ettirdiği olasılıklardan kimsenin mahrum kalmasını istemem. Çok çok tavsiye ederim, şimdiden keyifli okumalar.😊

***spoiler***
Aaaayyy, dayanamıcam!Geçmişe gidip İsa ile röportaj yapmak kimin aklına gelir ya kimin, lütfen biri söylesin bana!😆 Sırf bu çıkış noktası için bile tebrik ediyorum yazarı.

11 Mart 2020 Çarşamba

Yörünge-Tess Gerritsen

Bugüne dek hep seri katillerin, cinayetlerin ve kurbanların hikayesini anlatan Tess Gerritsen'den hiç ummadığım derecede başarılı bir performans Yörünge.
Yörünge-Tess Gerritsen
Doktor Emma Watson, kötü giden evliliğinin aksine, iş hayatında oldukça başarılıdır ve çok yakında yerçekimsiz ortamın farklı canlı türleri üzerine etkileri konulu bir araştırma için uzaya gönderilecek mürettebatın üyelerinden biridir. Emma nihayet heyecanla beklediği yolculuğa çıkar ancak teste tabi tutulacak organizmalar, yerçekimsiz ortamda ölümcül canlılara dönüşür. Uzayda kapana kısılan Emma ve arkadaşlarının bu durumdan kurtulmak için fazla şansı ya da zamanı yoktur ancak bir bilim insanı olarak son nefesini verme pahasına üzerine düşeni yapacaktır. 

Aslında ben bu kitabı okumadan önce, başrolünde Sandra Bullock'un oynadığı Gravity filmini izledim. Çok da sevdim filmi. Sonra tesadüfen bu kitaba denk geldim ve hiç araştırmadan kitabın filminin çekildiğini düşündüm. Bire bir aynı olmasa da oldukça benzerdi çünkü. Sonradan öğrendim ki, Tess Gerritsen'in bu flmle bir alakası olmadığı gibi, yapım şirketine kitabını izinsiz olarak kullandıkları gerekçesiyle dava açmış. Böyle düşünmekte haklı olabilir çünkü dediğim gibi film bu hissiyatı veriyor.

Kitabın, Emma'nın uzaya ilk çıktığında dünyaya bakışının, onun o mavi güzelliğinin, uzaydaki küçük, yalnız ve nadide halinin hissettirdiklerinin anlatıldığı kısmı en çok aklımda kalan yeri. Sık sık da hatırlıyorum. Geceleri kızımı uyuturken anne-kız yatak sohbeti yaparız ve her seferinde farklı konularda ne düşündüğünü öğrenmeye çalışırım. "Bana garip bir hayalini anlat" dediğimde, "uzayda dünyayı izleyerek piknik yapmak" dedi.😌 Sonra bu kitap düştü aklıma. Emma'nın tasvirlerini, uzayda kırmızı beyaz kareli bir piknik örtüsü üzerinden gördüğümüzü hayal ettim ben de. Valla hiç fena olmadı. Uzayla ilgili uç noktalarda bir hevesim olmamasına rağmen, sırf o sessizliği yaşamak ve dünyanın o yalnız halini izlemek için gitmek isteyebilirdim ben de.
Yörünge; başta da dediğim gibi şaşırtıcı derecede sürükleyici, heyecan verici ve gayet akla yatkın kurgusuyla elinizden bırakamayacağınız bir roman. Tavsiye ederim.

25 Şubat 2020 Salı

Korkuluklar-Michael Marshall

Elimde sihirli bir değnek olsa ve şu taslaklarda bekleyen yüz küsür kitap bir anda özetlenip yayınlanıverse keşke. Bloga yazmak çok keyifli ama işte bulaşık gibi düşünün, birikti mi işler karışıyor😂 Eskiden kitabı bitirir, soluğu burada alırdım. Bu noktaya ne zaman geldim, hiç bir fikrim yok.
Korkuluklar, Micheal Marshall'ın gerilim türünde yazdığı The Straw Men, The Upright Man ve Blood of Angels'dan oluşan üçlemesinin ilk kitabı.
The Straw Men-Michael Marshall

 30 Ekim 1991'de, Palmerstone adında bir kasabada eli silahlı bir grup adam çok kalabalık bir restorana girer ve genç yaşlı demeden onlarca kişiyi öldürür. Bu adamların kim olduğu, bu katliamı neden gerçekleştiği hakkında kimse bir şey bilmemektedir. Ve aradan 11 yıl geçer.
 Sarah Becker kaçırılan beşinci kurbandır ve polisin elindeki verilere göre yaşaması için bir haftası vardır. Eski dedektif John Zandt, Sarah'nın ailesine yardımı olmak için harekete geçer. Çünkü kendi kızı da aynı katilin iki yıl önceki kurbanlarından biridir.
 Ward Hopkins, anne ve babasının bir trafik kazasında hayatını kaybettiğini öğrenince, yıllardır uğramadığı memleketine döner. Amacı cenaze işlerini halledip evi de elden çıkarmaktır. Ancak tesadüfen, babasının emektar koltuğunun içerisinde çok önceden gizlenmiş garip bir not bulur. Notta yazanlar Ward'u ailesinin ölüm sebebinin bir kazadan çok daha fazlası olduğunu düşünmeye iter. İşin aslını öğrenmek için ailesinin geçmişinde bir yolculuğa çıkan Ward, birbiriyle alakasız görünen pek çok olayın çözümünün, bu yolculuktaki başarısına bağlı olduğunu kısa zamanda anlayacaktır.
 Korkuluklar çok hareketli, çok sürükleyici, yer yer nefes kesici, elinizden pek de bırakamayacağınız türde bir kitap. Aradan geçen bunca zamana rağmen pek çok detayını da hatırladığıma göre, size de gönül rahatlığıyla tavsiye edebilirim. Keyifli okumalar!

24 Ocak 2020 Cuma

Kardan Kız-Eowyn Ivey

Kardan Kız, o kadar uzun zamandır listemdeydi ki... Tabii bu romanı diz boyu karın yolları kapattığı sıcacık bir kulübede, elimde bir kahve kupasıyla okumak konsepte daha çok uyardı ama kuru Ankara ayazındaki ofis şartlarıyla yetinmek zorundayım maalesef😉
The Snow Child-Eowyn Ivey
Mabel ve Jack doğacak bebeklerinin hayalini kuran bir çifttir. Ancak Mabel karnındaki bebeği kaybeder. Bu kaybın acısı her ikisini de derinden sarsar. Yeni bir bebek sahibi olma çabaları da sonuçsuz kalınca Mabel ve kocası Jack yıllar sonra radikal bir karar alır. Yargılayıcı bakışlardan uzak, kimsenin onları tanımadığı Alaska'ya taşınacaklardır. Ancak 1920'lerin Alaska'sındaki çiftlik hayatı, Mabel'in eğitimli bir ailenin entelektüel kızı olarak yaşadığı konforlu hayata oldukça uzaktır. Tüm kış yetecek bir erzak deposu temin etmenin yanında, soğuktan donan toprağın temizlenmesi, hazırlanması, ekilmesi, şansları yaver giderse ürün elde edip satmaları gerekmektedir.
Kıt kanaat geçinmeye çalışan Mabel ve Jack, bir gece yoğun bir ilk karın ardından bahçeye çıkarlar ve kardan bir kız yaparlar. Jack kardan kıza çok güzel bir yüz oyarken, Mabel de ablasının kendisi için ördüğü atkı ve bereyi kardan kızın başına takar. Bu kısa eğlence, çiftin arasındaki buzları eritir ve uzun zaman sonra ilk kez yüzleri güler. Sabah uyandıklarında kardan kızın yerinde yeller esmektedir. Atkı ve bere de gitmiştir. Mabel ve Jack bu işe hiç bir anlam veremez. Ancak birkaç gün sonra ormanın içinde küçük bir kızın uçarcasına dolaştığını ve hemen ardından gözden kaybolduğunu fark ederler. Kızın üzerinde Mabel'in kardan kıza taktığı atkı ve bere vardır.
Mabel, babasının küçük bir kızken kendisine okuduğu "Kardan Kız" masalını anımsar. Masalda çocuk sahibi olamayan yaşlı bir çiftin kardan bir kız yapması ve sonrasında kardan kızın canlanarak bu yaşlı çifte evlat olması anlatılmaktadır. Mabel kendi durumlarını ister istemez masalla özdeşleştirir ve işaretleri takip etmeye başlar. Bakalım Kardan Kız, tıpkı masaldaki gibi Mabel ve Jack'in evladı olabilecek midir?
Açıkçası ben iflah olmaz bir masal severim😜Dünyada yeterince karamsarlık var ve birazcık sihrin ya da bir tutam peri tozunun kimseye zararı olmayacağı kanaatindeyim. Kendi hayatımda da başıma gelen ve hala hiç bir mantıklı açıklama getiremediğim tuhaf olaylar var ve bu gizemli anılardan son derece mutluyum nedense. Kardan Kız, benim gibi masalcılara iyi gelecek, hoş bir roman. Mutlu son vadetmiyorum ama bir çırpıda bitireceğinizin garantisini verebilirim. Keyifli okumalar🙋

8 Ocak 2020 Çarşamba

Sessiz Kadın- Susan Harrison

Olayların kahramanların ağzından sırayla anlatıldığı romanları çok seviyorum. Aynı olaya farklı bakış açılarını yakalayıp, gerçekte ne olmuş, karşı taraf aslında ne zannetmiş gibi detayları düz bir anlatım yerine bu şekilde öğrenmek daha eğlenceli bence. Bu arada kitabın kanser hastalığından muzdarip olan yazarı Susan Harrison, Sessiz Kadın'ı yazmış ancak yayınlandığını göremeden 65 yaşında hayata veda etmiş. 
The Silent Wife-Susan Hariison
Psikolog Jodi ve müteahhit Todd, basit bir trafik kazası nedeniyle tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Todd büyük hayalleri olan ancak yeterli bütçesi olmayan bir girişkendir. Jodi zamanla onun en büyük destekçisi ve yolunu aydınlatan ışığı olur. Genç çift resmiyette olmasa da hayatlarını birleştirme kararı alırlar ve birlikte yaşamaya başlarlar. Her zorluğa birlikte göğüs geren çiftin, istemelerine rağmen çocukları olmaz. Ancak her ikisi de bu durumu kabullenir ve dile getirmeden normal hayatlarına devam ederler. Jodi evliliğin resmiyete dökülmesini gereksiz bulmaktadır. Çocuk olmayınca, bu fikri pekişir. 
Aradan yıllar geçmiştir. Todd ve Jodi yirmi yıldır beraberdirler. Jodi hastalarını evde kabul etmekte, Todd ise geliştirdiği inşaat projelerinde emin adımlarla ilerlemektedir. Jodi yapı olarak sessiz, sadık, ılımlı ve sağduyulu bir insandır. Todd ise hırslı, girişken ve maalesef sadakatsizdir. Jodi'yi çok sevmesine, onun asaletine her zaman hayran olmasına rağmen kendine engel olamamakta ve aklına koyduğu kadınları elde etmek için Jodi'ye yalan söylemekte bir sakınca görmemektedir. Ancak Jodi her şeyin farkındadır ve felsefe olarak bazı durumlarda sessiz kalmanın, olay çıkarmadan kabullenmenin büyük resimde daha çok ise yarayacağına ve genel hayat konforu ile ruh sağlığına daha iyi geleceğine inanmaktadır. Ta ki Todd, en yakın arkadaşının kızı Natasha'yı hamile bırakana kadar.

Todd babalık duygusunu tadacağı için mutludur. Ancak Jodi'ye bu durumu nasıl açıklayacağını bilmemektedir. Natasha'nın düğün hazırlıklarına başlaması, boğucu talepleri ve artan huzursuzluk Todd'u düşündürse de çocuk heyecanı hepsinin önüne geçer.

Todd'un evi terk etmesi ve birlikte yirmi yıl geçirdikleri muhteşem evi tahliye etmesi için gönderilen tebligat, Jodi'yi yıkmıştır. Todd'a olan güveni nedeniyle evliliğe gerek duymayan Jodi, şimdi hayatının tüm lükslerinden vazgeçip yuvasından taşınma riskiyle karşı karşıyadır. Zira kanunlar önünde hiç bir hakkı bulunmamaktadır. Gün geçtikçe psikolojik dengesini yitiren Jodi, yakın arkadaşı Alison'ın kendisine yaptığı şeytani plana evet der ve kendisini her gün biraz daha yiyip bitirecek olan ölümcül bir sürece adım atar.

Kitap; giriş-gelişme sonuç bakımından çok doyurucuydu. Başta da belirttiğim gibi, anlatım şekli de oldukça sürükleyici. Konu gerçekten her zaman ilgi çeken aldatma ve kadının intikamını işlese de, aralarda Jodi'nin başka bir psikologla yaptığı görüşmeleri anlatan bölümler, hem Jodi'nin ailesi ve geçmişi hakkında okuyucuyu aydınlatıyor hem de kitabı sıradan bir aldatma hikayesinin dışına taşıyarak ona belli bir ağırlık kazandırıyor. Finali ise oldukça etkileyici ve tatmin edici. Kadın okurların muhtemelen bir kaşık suda boğmak isteyeceği Todd'un başına gelenler için ben de bir "ohh, canıma değsin" dedim, itiraf edeyim.😂🙈Kitabı hemen hemen bir günde okudum sanırım. Okuduğum sürece de merakım hiç azalmadı veya sıkılmadım. Tavsiye ederim.

6 Ocak 2020 Pazartesi

Eğer Yaşarsam-Gayle Forman

Ne zamandır okumak istiyordum bu kitabı, yeni yıla kısmetmiş. Bazen size de olur mu? Hani bir kitabın iyi olduğunu, size iyi geleceğini, içinizde bir boşluğu dolduracağını ve uzun zaman sizi etkisi altında bırakacağını daha kapağından anlar, hissedersiniz. Gayle Forman'ın Eğer Yaşarsam'ı bana tam olarak böyle hissettirdi...
İf I Stay-Gayle Forman
Mia 17 yaşındadır ve bu yaşta bir gencin sahip olmak isteyeceği hemen her şeye sahiptir. Onu çok seven bir anne ve babaya, ona tapan minik bir kardeşe, ona aşık bir erkek arkadaşa ve çok iyi çaldığı bir çelloya...
Ailecek program yaptıkları bir gün arabaya binerler ve güle oynaya yola çıkarlar. Mia kulağında sevdiği bir klasik müzik eseriyle uykuya dalar. Gözlerini açtığında müzik hala çalmaktadır. Etrafına bakındığında önce kanlar içinde ve perişan vaziyette yatan kendi bedenini görür. Sonra ise yol kenarına savrulan ve artık hayatta olmayan anne ve babasını... Küçük kardeşini bulmaya çalışır ancak başaramaz ve sağlık ekiplerinin kendi bedenini ambulansa yerleştirmesi üzerine o da ambulansa binerek hastaneye gider.
Mia çok ağır bir ameliyat geçirmiştir ve durumu kritiktir. Yüzü deforme olmuş, pek çok iç organı hasar görmüştür. Haberi alan yakınları ve arkadaşları hastaneye akın eder. Ruhunun bu şekilde serbest olmasını, bedeninin ölümle yaşam arasında sıkışmış olmasına bağlayan Mia, bedeninden ayrıyken maddi ya da manevi olarak hiç bir şey hissedemediğini, hatta anne ve babası için dahi üzülemediğini fark eder. Ancak yaşam savaşı sürerken, kazadan sonra başka bir hastaneye kaldırılan minik kardeşinin öldüğünü öğrenir ve o andan sonra yaşamak için herhangi bir sebebi kalmadığını düşünmeye başlar. Mia yaşamdan koptukça durumu daha da kötüye gider.
Geride kalanların sevgisi Mia'yı hayatta tutmaya yetecek midir, yoksa Mia kaybettiklerinin acısını göze alamayıp her şeyden vaz mı geçecektir?

***
Favori yazarlarımdan Rosamund Lupton'un birkaç yıl önce paylaştığım Ardından isimli romanında da; olaylar komadaki anne kızın ruhlarının ağzından anlatılıyordu. Bu açıdan Eğer Yaşarsam bende dejavu etkisi yarattı diyebilirim. Ama kitapta beni en çok etkileyen şey, yazarın insanı dehşete düşürecek olayları, hiç hazırlık yapmadan, öylece, küt diye ortaya bırakması oldu. Hani bir gerilim filmi izlerken aniden cam patlar ve koltuktan sıçrarsınız ya, onun gibi... Ya da çok hüzünlendiren cümleleri, karakterlere bir anda söyletmesi... Kim'in Mia komadayken kulağına eğilip "Hala bir ailen var." demesi gibi... Bunun gibi detayları çok ama çok sevdim. Günlük hayatta bir alenin kaza yapması, anne ve babanın ölüp çocukların kalması rastlanılan bir durum elbette. Ama bu süreci etkileyici bir romana dönüştürmek çok hoş bir yetenek. İnsanların koma halindeyken, yani ne tam canlı ne de tam ölü oldukları anlar, ruhları etrafta dolaşır mı, bu da üzerinde durulmaya değer bence... Gerçi bir anlığına ruhların gerçekten ortalarda dolaştığını ve bizim de onları görebildiğimizi düşündüm de, hastanelerin yoğun bakım ünitelerine girmeye kaçımız cesaret edebilirdik acaba?🙈 Çok güzel bir romandı, kesinlikle tavsiye ediyorum. Şimdiden keyifli okumalar.💙

25 Aralık 2019 Çarşamba

Klon - Geoffrey Girard

Geoffrey Girard'ın Klon kitabını paylaşmadan önce biraz kandan bahsetmek istiyorum. Eskiden okuduğum kitaplardaki "kan miktarı" beni hiç rahatsız etmezdi. Daha doğrusu, anlatılan hikayeye o denli odaklanırdım ki -hele kitap sevdiğim bir yazara aitse-olaylar anlatılırken şöyle kan akmış, böyle fışkırmış, bu ifadeler gerekli mi yoksa okuyucu iyice dehşete düşsün diye mi yazılmış, çok da düşünmezdim. Ama ilginç bir şekilde, artık abartı kanın beni fena halde rahatsız ettiğini fark ettim. Fizyolojik bir rahatsızlıktan bahsetmiyorum, daha çok yazarın gözümden düşmesi, kitabı son derece basit ve saçma bulmamla sonuçlanan, hikaye iyi olsa bile benim açımdan kitabın bir çöpe dönüşmesine yol açan bir rahatsızlık kastettiğim. İşte Klon bende tamamen bu hisleri uyandırdı.
Klon-Geoffrey Girard
Bir grup bilim adamı, geçmişte yaşamış ve pek çok insanın hayatını karartmış Ted Bundy, Jeffrey Dahmer gibi seri katillerin DNA'larını kopyalayarak, yeni nesil bir biyolojik silah üretmek için kolları sıvar. Kopyalanan DNA'lar ile doğan onlarca çocuk, şahsi durumları hakkında hiç bir şekilde bilgi sahibi olmadıkları gibi, program gereği ve para karşılığı ülkenin çeşitli yerlerinde evlatlık verildikleri aileleri ile sıradan hayatlar sürmektedirler. 
Bilim adamları, kötülüğün genetik miras yoluyla mı aktarıldığı yoksa yetiştirilme tarzından mı kaynaklandığı sorularına cevap aramaktadırlar. Bu nedenle denek çocuklardan bazılarına çok iyi yaşam koşulları sunarken, diğerlerini mümkün olabilecek en kötü ve olumsuz şartlarla yaşamak  zorunda bırakmışlardır. 
O ana kadar kontrol altında tutulan program, deneklerden en tehlikeli olanının gerçekleri öğrenmesi ve neler yapabileceğini bizzat keşfetmek istemesiyle kontrolden çıkar. Artık ülkenin her yerinde saatli bombadan farksız DNA'lar kol gezmektedir ve karşılarına çıkacak sıradan insanların hepsi potansiyel kurbandır. 
Başta da dediğim gibi gereksiz derecede kan vardı, gerçekten sıkıldım. Okuyucuyu dehşete düşürmenin başka ve daha etkili yolları da var malum, Üstelik bu konu daha önce William Landay tarafından Genetik Miras Asla Peşinizi Bırakmaz'da, en iyi şekilde yazıldı. Okumak isterseniz hemen şurada. 
Sonuç olarak bu kitabı kesinlikle tavsiye etmiyorum, bence tam bir zaman kaybı.

8 Ekim 2019 Salı

Saklı Çocuk-Camilla Lackberg

Bende alışkanlık yaratan, yeni kitabı çıksa da okusam dediğim bazı gerilim yazarları var. İyi yazmaları bir yana, vazgeçemememin esas nedeni, kitapların seri olması, hep aynı kahramanların farklı maceralarının anlatılması. Tim Weaver'ın kahramanı David Raker, John Verdon'ın kahramanı Dave Gurney, Lisa Gardner'ın kahramanı D.D. Warren, Jo Nesbo'nun kahramanı Harry Hole gibi.  Açıkçası İsveçli gerilim yazarı Camilla Lackberg'in kahramanları Patrick Hedström ve eşi Erica bu vazgeçilemeyenler listesine dahil değil henüz. Daha önce Buz Prenses'i şurada paylaşmıştım. Şimdi sırada Saklı Çocuk var.
Saklı Çocuk-Camilla Lackberg
Erica ve Patrick aralarında anlaşırlar. Polis olan Patrick babalık izni alıp evde bebekleriyle ilgilenecek, Erica da son kitabını bitirecektir.  Erica kitabına konsantre olmaya çalışırken evlerinin çatı katında kanlı bir zıbına sarılı eski bir Nazi madalyası bulur. Bu konuda bilgisine danışmak için tarih profesörü Erik Frankel'i ziyaret eder ancak tatmin edici bir sonuca ulaşamaz. İki gün sonra Erik Frankel, evinde ölü bulunur.  Patrick her ne kadar izinde olsa da kendini soruşturmanın gidişatını izlemekten ve hatta soruşturma ekibine kısmen dahil olmaktan alıkoyamaz. 

Erica, iki gün önce görüştüğü Erik'in cinayete kurban gitmesi üzerine kitap yazma işine yoğunlaşamaz ve ister istemez gizemli madalyonu, Nazi dönemini ve Erik'i araştırmaya başlar. Karı kocanın bağımsız olarak sürdükleri izler ve elde ettikleri ipuçları, onları unutulmuş, saklı kalmış bir hikayede bir araya getirir.

Camilla Lackberg'in tarzı beni biraz yoruyor açıkçası. Çünkü okuyucunun heyecanını son ana kadar diri tutmak için, kahramanın öğrendiği tüm bilgileri okuyucudan gizliyor. Acaba ne öğrendi, elinde ne ipuçları var diye merak ediyorsunuz. Ancak yazar bu arada yan karakterler ve onların dahil olduğu ve aslında okuyucuyu hiç de enterese etmeyen olaylar hakkında o kadar fazla ve gereksiz bilgi veriyor ki, siz tüm enerjinizi, katilin kim olduğunu öğrenmek için duyduğunuz tüm heyecanı kaybetmiş olarak son sayfaya ulaşıyorsunuz. Bir de şu Erica var tabi. Bayan mükemmel, bayan olgun, bayan çok dengeli gibi sıfatları hak eden, aşırı zorlama karakter. Cidden içime sinmeyen bir şahıs kendisi. Haa Patrick çok mu iyi, asla! Yukarıda saydığım kahramanların yanına bile yaklaşamaz ama işte Erica'ya göre kötünün iyisi diyelim. Peki hala neden okuyorum Camilla'yı diye soracak olursanız, meraktan arkadaşlar. Çünkü iskandinav ve gerilim kelmeleri aynı cümle içerisinde kullanılıyorsa, ben her zaman şans veriririm. Sonuç beni mutlu eder ya da etmez ama okurum. Ben önce Buz Prenses'i okumuş ve sevmiştim dediğim gibi. Saklı Çocuk'un da temelindeki hikaye sağlam ama olaylar çok detaylandırıldığı için esas konu biraz gölgede kalıyor. Yazarın kitaplarından herhangi birini okursanız benimle de paylaşın, bakalım siz en çok hangisini seveceksiniz?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...