25 Nisan 2017 Salı

24 Saat Açık Kitapçının Sırrı-Robin Sloan

Bir kitabın isminde "kitapçı" kelimesi geçiyorsa ya da kapak resminde kitaplık, kitapçı dükkanı gibi görseller kullanılmışsa, bende otomatikman "hiç düşünmeden alıp okumalıyım" hissi uyandırıyor. 24 Saat Açık Kitapçı'nın Sırrı da bunlardan biri ve diğerleri gibi bunu da çok sevdim:)
24 Saat Açık Kitapçının Sırrı
Kitabın sol taraftaki orijinal kapağı, karanlıkta fosforlu bir görünüm kazanıyor. Bence çok hoş ama ben bizdeki ve diğer ülkelerde yayınlanan farklı kapak tasarımlarını da sevdim. Bizdeki şu şekilde:
24 Saat Açık Kitapçının Sırrı
Kitabın konusuna gelirsek...Clayn kriz nedeniyle işsizdir ve iş arama çalışmaları sürerken Penumbra'nın 24 saat açık kitapçısında iş bulur. Kitapçı dükkanı, oldukça yüksek bir tavana sahip, göğe doğru uzanan raflara sahip ilginç bir yerdir. İşe kabul edilmesi fazla sürmez. Kitapçının sahibi Penumbra'nın Clayn'den sadece iki isteği vardır. İlki; dükkana gelen tüm müşterilerin hem fiziksel hem de ruhsal olarak durumlarının kayıt altına alınması- çünkü bu tuhaf dükkanın müşterileri de tuhaftır-, ikincisi ise arka bölümdeki kitaplara müşteriye vermek haricinde el sürmemektir.
Clayn'in vardiyası gece 12'den sabah 8'e kadar sürmektedir. Başlarda sessiz olan dükkan, gecenin bir yarısı büyük bir heyecan ve telaşla gelen ve sanki alacakları kitap tek kurtuluşlarıymış gibi davranan insanlar sayesinde hareketlenir. Bu telaşlı insanların istedikleri kitaplar, Bay Penumbra'nın incelemesini yasakladığı arka raflardaki kitaplardır. Başlarda bu duruma bir anlam veremeyen Clayn, merakına daha fazla direnemez ve bu gizemi çözmek için işe arka raflardaki kitapları inceleyerek başlar.
Bundan sonrası ise okuyucuyu Google'ın müthiş imkanlarından eski bir tarikata, şifrelerle dolu bir yolculuğa çıkarıyor.
Kitapta motto olarak kullanılan bir de güzel söz var: Festina Lente. Anlamı; yavaş yavaş acele et demek. Yani ne fırsatları kaçıracak kadar hızlı ne de fırsatları kaçıracak kadar yavaş ol da denilebilir. İnternette araştırırken "Tavşan aklına dur de, kamplumbağa aklını yücelt" gibi bir karşılık da buldum ki hemen hemen aynı anlama geliyor.
Baştan belirtmerliyim ki; kitap benim gibi fantastik konuları seven okurlar için hedefi 12'den vuran başarılı bir hikayeye sahip. Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü'nü hatırlattı bana. Aslında alakaları yok ama nedense okurken aklımın bir köşesinde hep o kitap vardı. Onu da çok sevdiğimi belirtmiştim.Kitapta anlatılanlar o kadar inandırıcı ki, neden olmasın deyip ister istemez araştırmaya başlıyorsunuz. Kurgu olması biraz hayal kırıklığı yaratsa da, bu hayal gücüne sahip bir yazarın sizi tekrar mutlu edecek bir kitap daha yazma ihtimali tekrar modunuzu yükseltiyor. Keyifli okumalar!

2 Şubat 2017 Perşembe

Milena'ya Mektuplar-Franz Kafka

Uzun zamandır listemde olmasına rağmen ancak okuyabildiğim Milena'ya Mektuplar nihayet bitti. Kafka'nın Şato'su da kütüphanede beni bekliyor ama sanırım bir süre daha bekleyecek.
Milena'ya Mektuplar-Franz Kafka

Kitap, adından da anlaşılacağı üzere Kafka'nın 2 yıl boyunca aşk yaşadığı Çek tercümanı Milena'ya yazdığı mektuplardan oluşuyor. Milena'nın Kafka'ya yazdıkları kendi isteği doğrultusunda yakıldığından Kafka'nın mektuplarının bir kısmını "imagine it" mantığında okumak gerekiyor.
Kitap bu şekliyle okunduğunda okuyucuda Kafka'nın sanki platonik takıldığı, evli olan Milena'nın hem eşini hem de Kafka'yı aynı anda idare ettiği-ki gerçek bu- Kafka'yı çok da umursamadığı gibi bir izlenim yaratıyor. Ancak kitabın sonunda Milena'nın Kafka'nın yakın bir arkadaşına yazdığı mektuplardan anlaşılıyor ki Milena da Kafka'yı en az onun kadar sevmiş ve onun adına endişelenmiş. Kafka'yı neredeyse kanatsız, günahsız, gökten zembille inen bir melekten bahseder gibi anıyor. İşte tam da bu noktada, okuyucu ilk düşüncesinden derin bir pişmanlık duyuyor, keşke Milena'nın mektupları da olsaydı diyor... Yani ortada büyük bir aşk var evet ancak, bunu net olarak anlamak için kitabı bitirmeniz gerekiyor.
Milena'ya Mektuplar, benim ilk Kafka romanım ama okumaya yanlış kitaptan başladığımı düşünüyorum. Çünkü bugüne kadar kafamda çizdiğim heybetli Kafka resmi yerle bir oldu. Niye böyle bir resim çizdim ondan da emin değilim ancak kendi adıma aşık Kafka'dan önce yazar Kafka'yı tanımak daha isabetli bir tercih olurdu. Kafka'nın o çok korkak ve kırılgan yapısı, kararsız, sürekli fikir değiştiren, hiç bir şeyden tam anlamıyla emin olamayan karakteri beni yordu gerçekten.
Kitapta ilgimi çeken en önemli detay titiz posta servisi oldu. Telgrafların, mektupların çok acayip yöntemlerle günü gününe sahiplerine teslim edilmesi, herkesin mektupla haberleşmesi, öğlen tanışılan insana akşam mektup yazılması, randevulaşılması, bir saat sonra tekrar mektup yazıp "yok orada değil şurada şu saatte buluşalım" şeklinde mektuba whatsapp muamelesi yapılması benim açımdan son derece ilginçti. Ve hemen herkesin verem gibi akciğer hastalıklarından muzdarip olması. İnsanların hayatlarının bir dönemini sanatoryumda geçirmelerinin gayet normal karşılanması, kadın doğumcu ya da iyi bir bel fıtıkçı arar gibi incelikli sanatoryum araştırmaları yapılması ve iyileşmek adına yapılabilecek tek şeyin açık havada uzun yürüyüşler olması... 
Özetle; aslında çok naif ve derin bir sevginin oldukça vurucu sözlerle anlatıldığı güzel bir aşk hikayesi Milena'ya Mektuplar. Kitabı bugün okuyacak olsaydım, tüm mektupları arka arkaya okuyup bitirmeye çalışmak yerine yatağımın baş ucuna koyar ve her gün bir iki mektup okuyup kapağını kapatırdım. Böylece hem gerçek hayat ile romandaki mektupların alınma ve gönderilme zamanları arasında bir bağ kurmuş hem de sindirerek ve sıkılmadan kitabı tamamlamış olurdum. Kafka'nın bugün yazdığını bugün, yarın yazacağını yarın okurdum. Her neyse, siz belki bu şekilde okur ve benden çok daha fazla keyif alırsınız. Hoşçakalın! 
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...