özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Ocak 2017 Perşembe

Nehrin Karşı Kıyısı-Alice Taylor

Daha önce şurada bahsettiğim Evin Hanımı adlı romanından sonra, Nehrin Karşı Kıyısı Alice Taylor'ın Türkçe'ye çevrilen ikinci kitabı.
Nehrin Karşı Kıyısı-Alice Taylor

Phelanların çiftliğinde hikaye kaldığı yerden devam ediyor. Ned öleli yıllar geçmesine rağmen Martha hala bu durumla başa çıkmakta zorlanmaktadır. Çocuklar büyümüş, bununla beraber yaşanan kuşak çatışmaları da artmıştır. Eski toprak Jack ise ilerleyen yaşına rağmen çiftlik işlerinin belli bir düzen içerisinde yürümesinin yegane sebebidir.
Phelanların eski düşmanı Conwayler Phelanlara zara vermek için fırsat kollamaktadır. Ancak bu kez seçilen kurban herkesin içini titreten masum bir genç kızdır. İntikamı ise son derece planlı ve sarsıcı olacaktır.
Evin Hanımı'nı okurken aldığım keyif aynen bu kitapta da devam etti. Yazarın anlatımı sade ve akıcı. İçinde pek çok olay barındırmasına rağmen hemencecik bitiveren kitaplardan. Tavsiye ederim.

13 Ocak 2017 Cuma

Katilin Kızları-Randy Susan Meyers

Katilin Kızları, ilgi uyandıran tanıtımına rağmen bende hayalkırıklığı yarattı açıkçası ve okumasam da olurdu listeme hızlı bir giriş yaptı.
Katilin Kızları-Randy Susan Meyers
Lulu ve Merry, bencil bir anne ve bu bencil anneye aşık sarhoş ve sorumsuz bir babaya sahiptirler. Sonu gelmez kavgaların birinde baba kapının önüne konur. 10 yaşındaki büyük kızını kandırarak bir şekilde eve giren baba, karısını ve küçük kızını bıçaklar. Anne ölür, küçük Merry ise  göğsünde taşıyacağı çirkin bir yara iziyle hayatta kalır. Anne mezara baba hapse girince kızlar kısa bir süre büyükannelerinin yanında kalır ancak o da öldükten sonra yetimhaneye verilirler. 
Lulu doktor, Merry ise avukat olur. Lulu babasını asla affetmez ve bu nedenle de hiç bir görüşe gitmez. Merry ise bir şekilde babasından korkmaktadır ve hapiste dahi olsa babasının bir şekilde idare edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Yıllarca babasıyla hiç bir şey olmamamış gibi görüşür.
Lulu'nun onu çok seven bir eşi ve dünyalar güzeli iki kızı varken Merry gündelik ilişkilerle hayatını geçirmektedir. Artık yetişkin birer kadın olmalarına rağmen annelerini kaybedişlerinin ve bir katilin kızı olmalarının etkilerini her daim üzerlerinde hissederler. Ve bir gün babalarının tahliye olacağı haberi iki kız kardeşin hayatlarına bomba gibi düşer.
Başta dediğim gibi okumasam da olurdu. Çünkü sürekli babalarının hapisten çıkıp kızlara birşey yapacağını, aralarında büyük olaylar olacağını düşünüyorsunuz ancak kitap kızların erkek arkadaşlarının çetelesini tutmaktan başka bir şey yapmıyor. Merry'nin sevgilisi aşağı, Lulu'nun sevgilisi yukarı. Kitabın esas konusu gölgede kalmış bence. Final de çok sönüktü. Daha doğrusu bir final var mı, ondan bile emin değilim. Tam bir zaman kaybıydı, tavsiye etmiyorum.

Sırrını Derine Göm-Liane Moriarty

Son zamanlarda artık hemen her yerde karşımıza çıkan, okuyucuyu ilk olarak etkileyici kapak tasarımlarıyla vuran, kadın karakterlerin baş rolde olduğu sürükleyici romanlardan biri Sırrını Derine Göm.
Sırrını Derine Göm-Liane Moriarty
Cecilia, 3 kız çocuğa sahip iyi bir anne, kocasını çok seven güleryüzlü bir eş ve arı gibi çalışkan bir iş kadınıdır. Bir gün tavan arasındaki kutuların birinde kocası tarafından yıllar önce, ölümünden sonra açılmak üzere yazılmış bir mektup bulur. Eşine son derece güvenen Cecilia mektubun içeriğini merak etse de, onun iş seyahatinden dönmesini beklemenin ve muhtemelen bir şakadan ibaret olan mektubu kocasının bizzat açıklamasının daha doğru olduğuna karar verir.
Karar verir vermesine ancak, telefonda eşine bu mektuptan bahsetmeden de duramaz. Bir anda panikleyen ve saçma bir bahane ileri sürerek mektubu kesinlikle açmamasını söyleyen kocasının tavrı Cecilia'yı şüphelendirir. Mektubu henüz açmaya bile fırsat bulamadan kocasının iş seyahatini birdenbire kesmesi ve eve erken dönmesi Cecilia'yı nihayet harekete geçirir ve kocasından önce davranarak mektubu okur. Cecilia'nın tanık olduğu itiraf onu adeta felç eder. Bugüne kadar tanıdığını sandığı kocası aslında bambaşka biridir. Cecilia'nın öğrendiği sır ise kurşun gibidir ve ağırlığı ile onu ve tüm hayatını tehdit etmektedir.
Kitapta Cecilia haricinde bir kaç kadın karakter daha var ve bu kadınların hepsinin hikayesi bir şekilde birbiriyle bağlantılı. Çok sürükleyici, çabucak okunan güzel bir roman. Tavsiye ederim.

3 Ocak 2017 Salı

Geri Sayım- Elizabeth Norris

Paralel evrenler, paranormal olaylar, fantastik hikayelerden hoşlanan, kısacası benim gibi Fringe hayranlarının ilgisini çekebilecek bir kitapla karşınızdayım.

Geri Sayım- Elizabeth Norris
17 yaşındaki lise öğrencisi Janelle'in kalbi, geçirdiği bir trafik kazası neticesinde durur. Hatta bir süreliğine tam manasıyla ölür. Ancak anlayamadığı bir şeyler olur ve gözlerini açtığında aynı okuldan tanıdığı, genelde sürüden ayrı takılan Ben Michaels ile karşılaşır. Janelle bir şekilde hayata Ben sayesinde döndüğüne emindir ve işin aslını öğrenebilmek için Ben ve arkadaşlarının peşine düşer.
Janelle'in babası FBI ajanıdır. Janelle bir ipucu bulabilmek umuduyla, babasının -zaman zaman tuhaf olayların da yer aldığı- dosyalarını karıştırırken çoktan geri sayıma başlamış bir kronometreyle karşılaşır. Araştırmalarına devam ettikçe geçirdiği kazanın, gizemli Ben'in ve dünyanın sonunu hazırlayan bu kronometrenin tuhaf bir şekilde birbiriyle bağlantılı olduğunu keşfeder. Tam da bu esnada yaşadığı acı olay Janelle'in hayatını alt üst eder. 
Kitapta pek çok karakter ve olay var. Açıkçası kusurlarına rağmen kitap oldukça sürükleyiciydi. Çok çabuk bitti ve okuması da keyifliydi. Her zaman başyapıt okumak zorunda değiliz ve ben mümkün mertebe elimin altında böyle kitaplar bulunsun istiyorum. Geri Sayım üç kitaplık bir serinin ilk kitabı bu arada. Seri kitapları sevdiğimi daha önce de belirtmiştim. Sadece bu bile bu kitabı tavsiye etmem için yeterli bence. Keyifli okumalar:)

19 Kasım 2016 Cumartesi

Yabancı Evin Tanıdık Odaları-Katrina Kittle

Pastel tonlarda hazırlanmış masal tadındaki kapak sizi yanıltmasın, zira altında son derece sarsıcı bir hikaye yatıyor. Yabancı Evin Tanıdık Odaları, ebeveynleri tarafından istismar edilen küçük bir çocuğun kalp kıran öyküsünü anlatan etkileyici bir roman...
The-Kindness-Of-Strangers-Katrina Kittle
Eşini bir süre önce kaybeden Sarah, 11 ve 17 yaşlarındaki iki oğlu ile bu durumun üstesinden gelmeye çalışmakta ancak pek de başarılı olamamaktadır. Dışarı çıktığı bir gün en yakın arkadaşı ve aynı zamanda yan komşusu olan Courtney'in oğlu Jordan ile karşılaşır. Jordan Danny ile aynı sınıftadır ve yakın arkadaş olmalarına rağmen bir süre önce bilinmeyen bir nedenle araları açılmıştır. Sarah Jordan'ın okula geç kaldığını düşünerek onu arabayla bırakmayı teklif eder. Jordan tereddüt etse de teklifi kabul eder.
Jordan yolda rahatsızlanır ve tuvaleti kullanabilmesi için yolda mola verirler. Sarah bir süre arabada kalarak Jordan'ın dönmesini bekler. Jordan dönmeyince onu kontrol etmek için tuvalete giden Sarah, Jordan'a seslenir ancak cevap alamaz. Bunun üzerine içeriye giren Sarah, Jordan'ı boynuna saplanmış bir iğneyle pis tuvalet zemininde baygın halde bulur. Şırıngadaki sıvı her neyse Jordan'ı öldürmek üzeredir ve Sarah vakit kaybetmeden Jordan'ın annesinin de doktor olarak çalıştığı hastaneye doğru yola koyulur. Hatanede yapılan ilk muayenenin ardından herkes için inanılması güç, şok edici gerçekler ortaya çıkar. Jordan çok uzun zamandır istismara uğramaktadır ve boynuna sapladığı iğne ile intihara kalkışmıştır. Jordan'ın babası kayıplara karışırken, Courtney tutuklanır.
Sarah başta inanmak istemese de en yakın arkadaşı ve onun kocası çocuk istismarı, çocuk pornografisi ve ensest ile suçlanmaktadır. Jordan düzenli olarak sadece anne-babasının değil, başka ailelerin çocuklarıyla birlikte eve bu iş için gelen pek çok kişinin istismarına uğramıştır. Çevrede oldukça sevilen ve saygın insanlar olarak bilinen bu çift hakkındaki iddialar kimseye inandırıcı gelmese de evde bulunan videolardaki kanıtlar iddiaların gerçekliğini ortaya koyar.
Başında yeterince dert olan Sarah, büyük oğlu Nate'in Jordan'ı evlerinde geçici olarak misafir etme teklifiyle iyice çıkmaza girer. Ya Jordan'ı kendi haline bırakıp tüm yaşananlara sırtını dönecektir, ya da Jordan'ı kendi çocuklarından ayırmayıp ona annelik edecektir. Sarah'nın kararı, herkesin hayatını derinden etkileyecektir.
Kitap, başta da belirttiğim üzere, benim şahsen çok hassas olduğum bir konuyu işliyor. Oldukça sarsıcı ve hatta kimi yerleri mide bulandırıcı. Ancak istismar, eğer mağdur çocuksa ve faili çocuğun ailesinden herhangi biriyse, fark edilmesi, ortaya çıkarılması oldukça güç bir durum. Kitap, bu tarz olayları hem mağdur hem de fail açısından inceleyerek nasıl davranışlar sergileyebileceklerini gayet ayrıntılı olarak göstermiş. Kolay kolay unutulmayacak kitaplardan. Herkese şiddetle tavsiye ediyorum...

18 Ekim 2016 Salı

Öykü Odası- Michael Paterniti

Sırf kapak resmi bile insanı bulunduğu yerden alıp o küçük İspanyol kasabasına götürmeye yeterken, Michael Paterniti'nin bizzat yaşadığı ve yazması yıllarını alan olayları böyle büyüleyici bir şekilde anlattığı Öykü Odası okunmaya değer, verilen emekten dolayı da son derece kıymetli bir roman bence...Tek sorun, ayrı bir roman çıkacak uzunluktaki dipnotlar ve konu sürekli dağıldığından, daha doğrusu odaklanacak çok fazla nokta olduğundan yavaş ilerlemesi.
öykü-odası-michael paterniti
İspanya'da bulunan mağaralardaki odalardan biri, eskiden peynir ve şarap sayımı için kullanılırken zamanla şekil değiştirmiş ve kasaba halkının sabahlara kadar dertleştiği, yeyip içtiği ve birbirlerine öyküler anlattıkları odalara dönüşmüş. Romanın ismi de buradan geliyor. Michael yazarlık mesleğinin başındadır. Ufak tefek yazılar peşinde koşarken bir gün elbette kendi romanını yazıp ünlü olmayı hayal etmektedir.
Michael bir gün bir parça peynirle karşılaşır. Bu, sıradan bir peynir değildir. İsmi Paramo De Guzman olan bu İspanyol peyniri, dünyanın en özel ve aynı zamanda en pahalı peyniridir. Peynir çok eski bir aile tarifi ile yapılmaktadır. Hazırlanan peynir ailenin kendi elde ettiği zeytinyağına yatırılmakta ve bu haliyle mağaralara kaldırılıp yıllandırılmaktadır. Peynir yapılırken koyunların papatya ve lavanta gibi bitkilerden bol bol beslenmesi ve bu güzel kokulu bitkilerin tatlarının da süte geçmesi sağlanmaktadır. Ve en önemlisi, bu peynir sevgiyle yapılmaktadır.
Peynirin hikayesini dinleyen Michael kendi kendine onun izini sürmeye ve İspanya'nın Guzman kasabasında yaşayan bu peynirci aileyle tanışmaya Don Kişot vari bir söz verir. Aradan 10 yıl geçer. Michael ailesini de alarak bu müthiş peynirleri yapan Ambrosio ile bizzat tanışmak üzere İspanya'ya gider ve daha gördüğü ilk anda heybetli Ambrosio'nun çekim alanına girer. Öykü odasında anlattığı öyküler, kendi ürettikleri şaraplar, peynirler ve lezzetli yemeklerle geçen günler Michael için bambaşka bir dünyanın kapısını aralar.
Michael, kararını vermiştir. Bu peynirin ve Ambrosio'nun öyküsünü yazacaktır. Çünkü kendi efsanesini yaratan bu müthiş peynirin ardında Ambrosio'yu derinden yaralayan bir hikaye yatmaktadır. Michael yıllar içinde defalarca İspanya'ya gider, hatta bir dönem işi ailesiyle orada yaşamaya başlayacak kadar ileri götürür ancak kitap bir türlü bitmez. Bunun sebebi, Ambrosio'nun hikayesinin devam etmesidir. Hikayenin bir neticeye ulaşması için Michael de gereken müdahaleyi yapar ama sonuçta bu gerçek hayattır ve yazarı siz olmadığınız için sonunu da siz takdir edemezsiniz. 
Uzuuun bir zaman sonra, Michael nihayet, Ambrosio'nun öyküsüyle beraber kitabı yazar. Ama kitap dediğim gibi çok fazla dipnota sahip. Çok fazla öykü var içinde. Yani bir sayfayı belki 4 sayfa okur gibi okuduğunuzdan çok yavaş ilerliyor. Bazı yerlerde İspanyolca kelimelerden fenalık geldi mesela, ya da bazı hikayelerin çok gereksiz olduğunu düşündüm. Çok uzun sürede yazıldığından o yılların yorgunluğunu da taşıyor kitap bence. Belki biraz daha hafif olsa, biraz daha su gibi okunsa, özündeki hikayeye ulaşmak daha kolay olabilirdi. Ben çok inatçıyımdır kitap konusunda. Elime aldığım kitabı bitirmeden asla bırakmam. Ancak herkes bu kadar sabırlı olmayabilir. Bu durum kitabın ancak belli bir kesimce sevilmesine neden olabilir. Bu da bir dezavantaj elbette.
Kitaptan iki kısa öykü paylaşmak istiyorum. Normalde hiç tarzım değil, ama çok hoşuma gitti, unutmak istemiyorum.
"...Bir seferinde babamın atalarının Sicilya'daki köyünü ziyaret ettiğimde , yolu sopayla döverek oradaki dik bir yokuştan mezarlığa giderken gördüğüm bir kadın hakkında bir öykü duymuştum. o kaplumbağa hızıyla evden mezarlığa gidip geri dönmesinin altı saat kadar sürdüğü söyleniyordu. Nasıl bir acı böylesi bir zahmete sebep olur; vefat etmiş bir evlada ya da kocaya ziyaret mi? Hayır, hayır hiç de öyle değildi, beni oldukça gür seslerle düzeltmişlerdi. Astio, acı bir nefret. O mezarlıktaki onun baş düşmanıydı. İster yağmur yağsın, ister güneş açsın, yaşlı kadın her gün sadece bir kez daha üzerine tükürmek için onun mezarına yürüyordu."

" Madrid'de bir restorana ilk kez geldiğinde diğer herkes gibi gelirsin ve diğer herkes gibi de muamele görürsün. İkinci kez geldiğinde garsonlar sana başıyla selam verir, ekstra ekmek verirler ve bardağın daha cömertçe dolar. Ama restoranı üçüncü kez ziyaret ettiğinde öyle ya da böyle ailedensindir. Böylece garson sana mutfaktaki iyi yiyeceklere dair birkaç ipucu verebilir ve sürekli gülümser. Eğer zorunluluklar seni o küçük restorandan uzaklaştırırsa, diyelim ki bir aylığına, bir sonraki sefer ortaya çıktığında restoranın sahibi gelir, muhtemelen biraz kızgınlıkla, hangi cehennemde olduğunu sorar. Yemeğin ilk yarısında seni kızgın bir anne gibi besler ve geri kalanı için de üstüne titrer."

Ben kitabı gerçekten sevdim. Kitap 400 küsur sayfa ancak siz kendinizi 1000 sayfa okumaya hazırlasanız iyi olur. Bu nedenle özellikle sabırlı okuyuculara tavsiye ediyorum. İçinde bir peynirden daha fazlasını bulacağınıza emin olabilirsiniz. Keyifli okumalar:)

5 Ekim 2016 Çarşamba

Bir Kabusun Anatomisi-V.M.Giambanco

Kitap alışverişi için yüzlerce kitabın olduğu uzun bir listem var. Her kitapseverin olduğu gibi.Ancak bir de marketlerde dolaşırken görüp, arka kapak yazısından etkilenip, listemde olmamasına rağmen alıverdiğim kitaplar var.Tuhaf bir şekilde bugüne kadar bilinçli olarak aldığım pek çok kitapta hayal kırıklığına uğramam rağmen, böyle bir anda karar vererek aldığım kitapları çoğunlukla sevdim, sanırım bu konuda şanslıyım. Bir Kabusun Anatomisi, yazar V.M.Giambanco'nun Türkçe'ye çevrilen tek romanı. Ancak yazarın, baş kahramanı Alice Madison'ın maceralarını anlatan bir dizi romanı var ve diğerleri de dilimize çevrilmeli bence, zira son derece keyifli bir romandı.
Bir Kabusun Anatomisi-V.M.Giambanco
Kitabın konusuna gelirsek, dört kişilik bir aile feci şekilde katledilir. Olay yeri incelemesinde anne ve çocukların önce öldürüldüğü, babanın ise gözleri ve elleri bağlanmak suretiyle bu vahşete bir şekilde tanık olması sağlandıktan sonra öldürüldüğü ortaya çıkmıştır.
Çiçeği burnunda dedektif Alison, neredeyse çocukluğundan beri bir uzvuymuşçasına etkin şekilde kullandığı hislerine son derece güvenmektedir. Takip ettiği ip uçları onu 25 yıl önce  kaçırılarak Seattle'daki Hoh Nehri kıyısına götürülen 3 çocuğun hikayesine ulaştırır. Çocuklardan biri öldürülmüş, diğer ikisi kurtulmuştur. Alison bu çocukları kimin, ne için kaçırdığını bulduğu vakit, dört kişilik ailenin katiline de ulaşacaktır. Ancak zaman giderek daralmaktadır. Ailenin evine kanla bırakılan kanlı notta, yalnızca 13 günü olduğu yazmaktadır.

Elimden hiç bırakmadım desem yeridir.Alison karakterini çok sevdim. Büyülü şekilde olayları hayal etmesi, kendini katilin yerine koyması, sezgilerinin peşine düşmesi çok etkileyiciydi. Yan karakterler de çok başarılıydı. Hatta bunlardan özellikle birinin ileride kesinlikle Alison'ın karşısına çıkacağını düşünüyorum. Özetle, harika bir serinin ilk kitabı, alın, okuyun, okutun, tavsiye ederim:)

31 Ağustos 2016 Çarşamba

Tozlu Rüyalar Kitapçısı- Cynthia Swanson

Elimden neredeyse bir saniye bile bırakmadan, tek solukta okuyup bitirmeyeyim diye ağırdan almaya çalıştığım, buna rağmen iki gecede biten harika bir roman Tozlu Rüyalar Kitapçısı. Yazarın ilk romanı olmasına rağmen gerçekten başarılı. Yalnız işin tuhaf tarafı şu an ismini bir türlü hatırlayamadığım bir romanda birebir aynı konu işlenmişti, sadece sonları farklıydı ve o kitap anlatım tarzı nedeniyle oldukça sıkıcıydı. Demek ki aynı konular farklı kişilerin elinde böyle büyüleyici eserlere dönüşebiliyor. Şahsen bir roman yazacak olsam ben de bu tarz bir konu seçerdim. 

Tozlu Rüyalar Kitapçısı- Cynthia Swanson

38 yaşında ve hiç evlenmemiş olan Kitty, kedisi, annesi, babası, can dostu Frieda ile birlikte işlettiği kitapçısından ibaret küçük hayatından son derece memnundur. Ancak son zamanlarda işlerin azalması nedeniyle Frieda, cadde üzerindeki dükkanlarını kapatıp şehir dışındaki bir alışveriş merkezine taşınmaları gerektiği konusunda ısrarlıdır. Kitty bu fikre sıcak bakmasa da maddi durumları günden güne bozulmaktadır.

Kitty bir gece rüyasında evli ve çocuklu, oldukça zengin, kocasını seven ve kocası tarafından sevilen, muhteşem bir evde yaşayan, emrinde hizmetçileri olan bir kadın olarak görür kendini. Rüya son derece gerçekçidir ve Kitty de iradesinin elinde olduğu, dilediği şeyi yapabildiği bu kısa anın keyfini çıkarır. Bir sonraki gece Kitty yine o rüyayı görür. İşin ilginç yanı rüyadaki hayatı da belli bir düzen içinde devam etmektedir ve Kitty de rüyasına, rüyasında yaşadığı hayata kaldığı yerden devam eder. Bir süre sonra bu rüyalar Kitty'nin hayatını etkilemeye, neyin gerçek neyin hayal olduğu konusunda aklını karıştırmaya başlar. Haftanın belli günlerini hatırlayıp kalanında ne yaptığı konusunda hiç bir fikri olmadığını fark eden Kitty için,  rüyasındaki mekanları gerçek hayatında ziyaret etme ve rüyasındaki kişilerin akıbeti hakkında araştırma yapma zamanı gelmiştir. Kitty'nin öğreneceği şeyler tüm hayatını değiştirecek, tabiri caizse taş üstünde taş bırakmayacaktır.
Başta da belirttiğim gibi bir solukta bitti kitap. Hikayenin tamamını hemen şu anda anlatmamak için zor tutuyorum kendimi:) Çok heyecanlıydı, çok hoşuma gitti. Kesinlikle tavsiye ederim, şimdiden keyifli okumalar.

25 Ağustos 2016 Perşembe

Kumsalda Kaybolan İzler-Sally Goldenbaum

Keyifle okunan, hemencecik bitiveren, bence tam kadınlara göre bir roman Kumsalda Kaybolan İzler. Neden derseniz içinde örgü var, entrika var, gizem var, cinayetler var, biraraya gelmiş kaynatan kadınlar var... Daha ne olsun:)
Kumsalda Kaybolan İzler-Sally Goldenbaum

Daha önce de söylemiştim, bir daha dünyaya gelirsem kesinlikle okyanus kıyısında bir kasabada doğup büyümek istiyorum:) Deniz değil yalnız, okyanus olacak, bir yanlışlık olmasın:) Ne zaman bu tarz kasabada geçen bir roman okusam, ah keşke diyorum ama şu an için yapacak bir şey yok elbette. 
Neyse işte bu roman da o kıyısında okyanusun boylu boyunca uzandığı muhteşem kasabalardan birinde geçiyor. Kasabada yaşayan sanatçılardan biri zehirlenerek öldürülür. Sakinler bu cinayeti kimin işlemiş olabileceğini tartışırken ikinci cinayet gecikmez. Fırtınalı bir gecede boğulan bir galeri sahibinin cesedi okyanustan çıkarılır. Kasabanın o huzurlu havası gitmiş, yerini korku ve endişeye bırakmıştır. Cinayetleri işlemek için nedeni olan bazı insanlar olsa da asıl faili kimse tahmin edememektedir.
Ancak örgü kulübündeki kadınların bu işin peşini bırakmaya hiç de niyetleri yoktur. Birbirinden güzel örnekleri sıralarken bir taraftan da cinayetleri adım adım çözmeye başlarlar.
Çok sürükleyici bir romandı, elinizde fazla beklemeden nihayete ereceğine emin olabilirsiniz. Keyifli okumalar:)

Ölümcül Risk-Simon Kernick

Simon Kernick'in Son 10 Saniye isimli kitabını daha önce okumuş ve şurada yorumlamıştım.Ölümcül Risk ona kıyasla biraz daha sürükleyici, biraz daha merak uyandırıcı idi.

Ölümcül Risk-Simon Kernick

Büyük uyuşturucu tacirlerini yakalamak için yapılan bir operasyonda işler ters gider ve bir polis memuru ile birlikte siviller de hayatını kaybeder. Gizli operasyonun bu şekilde başarısızlığa uğraması üzerine tüm şüpheler operasyonda görevli diğer polis memuru Stegs Jernner üzerinde toplanır.
Kahramanımız güzel Tina Boyd ve partneri John Gallan, Stegs'in tüm bağlantılarını ve geçmişini didik didik edip işin aslını ortaya çıkarmak için kolları sıvar.
Bakalım Stegs gerçekten masum mu, yoksa hem polislik kariyerini hem de çalıştığı birimi gözünü kırpmadan harcayacağı büyük bir planın parçası mı?
Kafa dağıtmak isterseniz tavsiye ederim, keyifli okumalar.

25 Temmuz 2016 Pazartesi

Hortlak-Steve Barron

Aslında bu kitabı buraya bile yazmaya tenezzül etmezdim ama kazara bir yerlerde görüp alacak olursanız almayın diye uyarmak için yazıyorum. Çünkü ne böyle bir kitap var ne de böyle bir yazar. İndirim sepetinden alınan kitap bu kadar oluyor işte.

Hortlak-Steve Barron
 Bu kitap aslında kısa hikayelerden oluşan bir derleme. Stephen King gibi şöhretlerin yanında adı hiç duyulmamış yazarlar da var. Hortlak da en son öykünün ismi, başkahramanlardan biri de Batu adında bir Türk. Genel olarak kitabın korkuyla uzaktan yakından alakası yok. Toplam 15 hikayenin yer aldığı kitapta sadece bir hikayeyi; Dean-Francis Alfar'ın Yıldız Uçurtması'nı gerçekten sevdim. Hatta söz konusu hikaye biraz daha uzatılsa, kahramanların hikayeleri özet geçmek yerine detaylı anlatılsa tek başına bir başyapıt olabilirdi diye geçirdim içimden.

Her neyse, hiç ama hiç tavsiye etmiyorum bu kitabı, bence almanıza da okumanıza da gerek yok. Ama mutlaka bir yerlerden edinip okuyun. Orjinalini okumak isterseniz o da burda.


20 Temmuz 2016 Çarşamba

Raydan Çıkanlar-Micheal Katz Krefeld

Raydan Çıkanlar için; Türk filmlerinde örneklerini sıklıkla gördüğümüz  basit hikayelerin iyi bir kalem tarafından romanlaşmış hali desem abartmış olmam sanırım.

Raydan Çıkanlar-Micheal Katz Krefeld

Neden Türk filmlerine benzediğini açıklayayım. Baş karakterimiz karısını bir cinayete kurban verdikten sonra bir türlü toparlanamayan ve izne çıkarılan polis Rawn. Cüneyt Arkın diyelim. Sonra fahişelik yapan ancak hem sevgilisi hem de menajeri (!) olan kişi tarafından mafyaya kumar borcuna karşılık satılan ve mafya tarafından binlerce dolar borçlandırılıp hemen her yerde çok zor şartlarda çalışmak zorunda bırakılan Masja. Bildiğiniz Ahu Tuğba, Banu Alkan işte. Mafya babası var bir tane, son derece acımasız. O da bizim Nuri Alço olabilir belki. Hiç abartmıyorum inanın. Bir ara yazarın yeşilçamdan esinlendiğini bile düşündüm yani, o derece:)

Açıkçası fahişelerin hayatı ilgi alanım dışında. Konusunun ne olduğunu kapaktan anlamak imkansız ve bu tarz  detay veren, herşeyi her durumu dibine kadar anlatan hikayeler beni rahatsız ediyor. Konusunu bilseydim okumazdım. Evet kitap sürükleyici ama mevzu sıradan olunca çok da sarmadı beni. Bu nedenle tavsiye etmiyorum. Hoşçakalın:)

Şiddet-Dean Koontz

Elimden bırakamadığım, bir solukta okuduğum sönük finaline rağmen gerilmekten tırnaklarımı yediğim başarılı bir roman Şiddet...

Şiddet-Dean Koontz

Chyna ve Laura kardeş kadar yakın iki üniversite öğrencisidir. Kısa bir tatil için Laura'nın ailesiyle yaşadığı eve konuk olurlar. Ancak Chyna, geçmişinde yaşadığı şiddet olayları nedeniyle evdeki ilk gecesinde bir türlü uykuya dalamaz. Gecenin sessizliğini bölen bir ses, Chyna'nın içgüdüsel olarak saklanmasına sebep olur. Böylece tüm aileyi çok çok vahşi bir şekilde katleden psikopat Vess'ten saklanmayı başarır. 

Chyna kurtulmuştur, ancak tesadüf eseri katilin evinde 16 yaşındaki bir genç kızı esir tuttuğunu öğrenir. Bu duruma kayıtsız kalamayacağını anlayan Chyna, azılı katili devirmek için yola çıkar.

Gerçekten tüyleriniz diken diken eden, insanın hayal gücünü zorlayan ama gerçekte bu tarz insanlarında böyle olayların da var olduğunu bilerek okumak çok ürkütücüydü. Bilen söylesin, gözümün önünde kitapta anlatılan çok etkileyici bir sahneyi daha önce bir filmde izlediğim hissine kapıldım. Sisli bir orman. Ormanda tek tek beliren geyikler. Hepsi sanki birer insan gibi, tek bir noktaya doğru bakıyorlar, hem büyüleyici hem de korkunç bir sahneydi. Ama bir türlü hatırlayamadım hangi film olduğunu. 

Yalnız iki eleştirim olacak. Birincisi şu bahsettiğim geyiklerden biri. Ne olduğunu söylemiyorum ama o geyikle ilgili gizem açıklanmamış, belki de unutulmuş. İkincisi ise final. Böyle üst seviye gerilim romanı olarak başlayan bir hikayenin sonu daha çarpıcı olabilirdi. Basit kalmış kısacası. Ama yine de okuyun, okuyun, okuyun derim.
Hoşçakalın:)

13 Temmuz 2016 Çarşamba

Gecenin Masumiyeti-J. A. Jance

Orjinal ismi Queen of the Night olsa da Türkçe'ye Gecenin Masumiyeti olarak çevrilen bu kitap polisiye seriler yazan J.A. Jance'in Walker Family Serisi'nin dördüncü kitabı. Ancak bildiğim kadarıyla Türkçe'ye çevrilen tek kitabı bu.

Gecenin Masumiyeti-J. A. Jance

Gecenin Kraliçesi, aslında yılda yalnız bir gece açıp ertesi gün ölen ancak kokusunun bir hafta alınabildiği nefes kesen bir çiçeğin adı. Kızılderililer için kutsal kabul edilen bu çiçeğin tam olarak ne zaman açacağı bilinmese de vakit yaklaştıkça Tohono O'odham halkı tarafından hazırlıklar yapılmakta ve çiçeğin açtığı gece büyük bir partiyle kutlanmaktadır.

Nihayet beklenen gece gelir. Çölde açan kraliçeler büyük bir coşkuyla karşılanır. Ancak çölün başka bir yerinde kutlama yapan başka bir grup için kutlama o kadar da mulu sonla bitmez. İki kadın ve iki erkek bilinmeyen bir kişi tarafından vurularak öldürülür. Öldürülen kadınlardan birinin küçük kızı ise arabada saklanmıştır. Katliamdan sağ çıkan çocuk, katili gören tek kişidir. 

Kitap sürükleyici ancak kitabın arka kapak yazısını okuyunca katilin küçük kızın peşine düşeceği bir maceraya hazırlanıyorsunuz ancak kitapta bununla alakalı pek birşey yok. Evet çocuğu biraz koruma altına alıyorlar, biraz basından vs. gizliyorlar ama katil zaten ailesini de katlettiği için yakalanması sadece çocuğa bağlı değil. Yani kim olduğunun ortaya çıkması için polisin elinde fazlasıyla ipucu var. Bunun haricinde anlatılan kızılderili masalları, efsaneleri oldukça ilginç. İsimler oturan boğadan daha uzun ve komik:)

 Temelinde klasik bir cinayet, katil, kurban hikayesi barındırsa da yan hikayeleri sebebiyle egzotik bir havası olduğu kesin. Değişiklik arayanlara tavsiye ederim. Keyifli okumalar:)

11 Temmuz 2016 Pazartesi

Hasat Zamanı-John Lescroart

Okumamın üzerinden 2 ay gibi bir süre geçmesine rağmen açıkçası içeriğini ve konusunu güç bela hatırladığım, demek ki çok da kayda değer bulmadığım ama yine de listemden eksildiği için mutlu olduğum Hasat Zamanı ile karşınızdayım:)
Hasat Zamanı-Joe Lescroart
Aslında kitapta anlatılan bazı olaylar oldukça tanıdık!  Curtlee adında zengin ve güçlü bir aile yargıyı etkisi altına almış, parmağında oynatıyor. Onlar ne derse o oluyor. İşledikleri suçlar ustalıkla örtbas ediliyor, buna karşı çıkanlar kızağa çekiliyor falan. 

Bu ailenin işe yaramaz oğlu Ro, evde çalışan yabancı uyruklu kızlardan birini tecavüz edip öldürmekten 9 yıldır içerdedir. Nihayetinde kefaletle serbest kalır. Ro'nun serbest kalışıyla birlikte bölgede kadın cinayetleri yeniden işlenmeye başlar. Bu cinayetleri Ro'nun işlediğine neredeyse emin olan savcı ve polisler olaylar arasındaki benzerlik ve bağlantıları ortaya çıkarmak için kolları sıvarlar. Ancak elde edecekleri sonuç hiç de bekledikleri gibi olmayacaktır.

Kitap kendi çapında minik sürprizler barındıran, aslında daha etkili bir kalemden yazılsa insanı bir nebze de olsa heyecanlandıracak bir konuya sahip. Ama bu durumu engelleyen pek çok etken var. Bir kere karakter sayısı fazla ki ben bu gereksiz karakter bolluğundan gerçekten nefret ediyorum.  Kim kimdir, kadın mı erkek mi, dön başa bak derken bir bakmışsınız kitap yarılanmış ve siz hala hiç bir şeyden emin değilsiniz. Romandaki Abe Glitsky adındaki polis, yazar Joe Lescroart'ın polisiye romanlarının baş kahramanı imiş. Ama bahsettiğim durum yüzünden ben bunu idrak edene kadar baş kahramanın savcı olduğunu düşünmüştüm. Sonra malumunuz sonu tahmin edilemeyen kitapları çok seviyorum. Oysa bu kitapta tahmin başarı oranı yüzde doksan civarıdır muhtemelen. Her şey çok açık edilmiş. Başta da dediğim gibi konusunu hatırlayana kadar epey bir uğraştım. Bu nedenle çok da tavsiye edebileceğim bir kitap değil. Ancak polisiye bir çerezlik arıyorsanız, isim hafızanız da benim aksime iyiyse tercih edebilirsiniz. 

24 Haziran 2016 Cuma

Bahar Piçleri-Katja Rudolph

Bahar Piçleri, tarihte Srebrenitsa Katliamı ile hafızalara kazanan ve Bosna Soykırımı olarak bilinen savaşa tanık olan bir ailenin dramını küçük çocukları Jevrem'in ağzından anlatıyor. Aslında savaşın değil savaş sonrasının ve savaşın ruhlarında bıraktığı derin izlerin hikayesi Bahar Piçleri...

Bahar Piçleri-Katja Rudolph

Tito'nun önderliğinde kurulan komünist Yugaslav Devleti farklı dinleri ve etnik grupları bir araya getirmiştir. Ancak Sovyet Blogunda yer alan Yugoslav Devleti'nde, 1980'de Tito'nun ölümü, 1990'da ise blogun parçalanmaya başlaması ile birlikte, ülke içindeki farklı etnik grupları bir arada tutmak imkansız hale gelir. 25 Haziran 1991'de Slovenya ve Hırvatistan, Eylül 1991'de Makedonya, Nisan 1992'de ise Bosna-Hersek Cumhuriyeti bağımsızlıklarını ilan ederler. Fakat Büyük Sırbistan hayali olan Bosnalı Sıplar , Bosna'da bir Sırp Cumhuriyeti kurduklarını ilan ederek kendi bölgelerinde bulunan Müslüman Boşnaklardan ve Katolik Hırvatlardan bu bölgeyi terk etmelerini isterler.. Bunu hızlandırmak için ise akıl almaz işkence ve katliamlar yapmakta bir sakınca görmezler.
Bu kısa hatırlatmadan sonra romanımıza dönecek olursak...Jevrem , ikiz kız kardeşleri, ağabeyi, müzisyen annesi ve gazeteci babasıyla birlikte yaşamaktadır. Ancak bir gün savaş çıkar ve yetişkin erkekler cepheye gider. Jevrem'in babası ve ağabeyi de gidenler arasındadır. Bir süre sonra ölüm haberleri gelir. Anne perişandır. Yemeden içmeden kesilir. Önce deli gibi piyanosuna sarılırken sonra her şeyden büsbütün elini eteğini çeker. İkizlerden birinin ölümüyle aile iyice sarsılır.
Ailenin büyükannesi ve aynı zamanda ateşli bir Tito hayranı olan Baka, anne, Jevrem ve ikizlerden geriye kalan küçük kız kardeş, başka ailelerle birlikte Kanada'ya göç ederler. Jevrem, göçmen arkadaşlarıyla Bahar Piçleri diye adlandırdığı bir çete kurar. Hırsızlık yapan, evleri basan, sabahtan akşama kadar ot içip alkol alan ve çoğu zaman hayatı dumanların arkasından izleyen Jevrem her daim etrafında görmeye alıştığı babasının hayaleti ve kulağında Baka'nın gençlik hikayeleriyle büyür, ergen olur, aşık olur, suçlu olur, mahkum olur...

Jevrem'in doğru yolu bulmakla temelli yitip gitme arasında verdiği mücadele oldukça maceralı ve tatmin edici. Kitap gerçekten çok yoğun yani öyle hemen okudum bitti diyemiyorsunuz, elinizde günlerce kalabilir bu nedenle. Biraz yordu beni ama okuduğum için de mutluyum. Vaktiniz varsa tavsiye ederim, keyifli okumalar...

24 Mayıs 2016 Salı

Hayal Evinin Son Kapısı-Robert-Liparulo

Hayal Evi Kralları serisinin 6. ve son kitabı ile karşınızdayım. Yine çok heyecanlı, sürükleyici, son sayfaya kadar temponun hiç düşmediği çok eğlenceli bir roman olmuş. 

Hayal Evinin Son Kapısı-Robert-Liparulo

Daha önceki bölümlerden hatırlanacağı üzere King Ailesi kaçırılan annelerini bulmak için yeni taşındıkları gizemli evin farklı dünyalara açılan geçitlerini kullanarak maceradan maceraya sürüklenmişler ama her defasında elleri boş dönmüşlerdi. 

Bu defa istikamet Atlantis! David ve Xander yine defalarca kez ölümle burun buruna gelecek, yara bere içinde kalacaklar, sürekli kaçacaklar ve daha dinlenmeden bu kez ailenin geri kalan üyeleriyle birlikte başka zamanlara, başka mekanlara sürüklenecekler. Bakalım annelerini bulabilecekler mi?

Açıkçası çok hoşuma gitti bu seri. Olaylar resmen hızlı tren şeklinde cereyan ediyor ve bu nedenle de okuyucu hiç sıkılmıyor. Çocukluğumuzun cumartesi sabahları tv'de yayınlanan filmlerine benziyor. Hani şu ailecek izlediğimiz, hafif korku bol macera içeren çocuk filmlerinden bahsediyorum. Alınız ve okuyunuz efendim, tavsiye ederim:)

27 Nisan 2016 Çarşamba

Hükümdar-Ted Dekker/Tosca Lee

Vee mutlu son! Faniler Kitabı'nın 3. ve son romanı Hükümdar'ı nihayet bitirdim. Aslında bir süre daha okumayıp kendime o yaptığım o tatlı eziyeti sürdürme niyetindeydim ama dayanamadım. Gerçi yazıyı bitirince de seri resmen bitti diye üzüleceğim, biliyorum ama napalım:)

Hükümdar-Ted Dekker/Tosca Lee-Faniler-Kitabı
İkinci Kitap olan Ölümlü'de, Rom ve arkadaşları Roland'ın liderliğindeki göçebelere katılmış ve Kirli Kanlılara karşı Jonathan'ı korumayı görev edinerek, Jonathan'ın 18. yaş gününde onu hükümdar yapmaya kilitlenmişlerdi. Ancak Jonathan Kirli Kanlıların lideri Saric tarafından bir kılıçla ortadan ikiye bölünmüş ve feci şekilde öldürülmüştü. Saric ise geleceği müjdelenen ve kutsal bir varlık olan Jonathan'ı öldürdükten sonra tüm vasıflarını kaybetmiş ve çölde kaybolmuştu. İki gurup birbirini kırıp geçirirken bu işten karlı çıkan Feyn tahta çıkmış ve tüm dünyada terör estirmeye başlamıştı.
Üçüncü kitapta ise tüm düzen değişmiş. Roland önderliğindeki göçebeler artık kendilerini Ölümsüz , Rom, Jordin ve arkadaşları ise Ölümlü olarak adlandırıyor. Feyn sürekli Kirli Kanlı yaratıyor ve sayısı on binleri aşan bir ordu kurmakla meşgul. Ölümlülerin artık eskisi gibi karanlıkta her şeyi net görmek, kilometrelerce ötedeki fısıltıları duymak gibi olağanüstü yetenekleri yok. Sadece belli belirsiz bir öngörüleri var, yani olay gerçekleşmeden birkaç saniye önce o olayı kısa bir anlığına görüyorlar. Ölümsüzler ise fırtına gibiler. Tüm algıları sonuna kadar açık ve mükemmel derecede hızlılar. Savaşırken son derece güçlüler. Feyn'in laboratuvarda ürettiği Kirli Kanlılar ise son derece yapılı, güçlü, iyi savaşan, bildiğimiz insan görünümünde robotlar aslında. Ama en önemlisi bu robotik arkadaşların Feyn'e sarsılmaz bir sadakatle bağlı olmaları çünkü damarlarındaki kan Feyn'e ait. Yani Feyn yaratıcı, Kirli Kanlılar ise yaratanlarına kanla bağlı köleler. 
Nihayetinde bu üç grup karşı karşıya geliyor çünkü Ölümlülerin simyacısı tüm Kirli Kanlıları ve Ölümsüzleri hızlı bir şekilde öldürecek, hava yoluyla yayılan bir virüs yaratıyor. Jordin Roland'a, Rom ise Feyn' de doğru yola çıkıyor. Sonrası gelsin heyecan, gitsin macera. Nefes almadan okudum. Daha önce de belirtmiştim, Faniler Kitabı ile Çember Serisi birbirine çok benziyor ama kan, virüs, göçebelik gibi aynı unsurların iki seri toplamda 7 kitaplık bir hikayeye fazlasıyla yetmesi, bambaşka karakterlerle bambaşka öyküler doğurması, yaratıcılık değil de nedir? Bayıldım, çok güzeldi. Umarım Ted Dekker bunun gibi sayısız seri yazar da bizim de gözümüz gönlümüz bayram eder. Keyifli okumalar:)

20 Nisan 2016 Çarşamba

Banyan Ağacının Gölgesinde-Vaddey Ratner

Uzun zamandır okuduğum en hüzünlü, en kalp kırıcı, en boğazımı düğümleyen ve neredeyse hıçkırarak ağlamama sebep olan bir romandı. Gerçek bir hikayeye dayanan Banyan Ağacının Gölgesinde, uzun süre aklımdan çıkmayacak, kesin!

Banyan Ağacının Gölgesinde-Vaddey Ratner

Roman, Kamboçya'da Khmer Rouge denilen Kızıl Khmerlerin başa geçtiği 1975-1979 yılları arasında yaşanan soykırımı ve trajediyi 7 yaşındaki kız çocuğu Raami'nin gözünden anlatıyor.
Raami'nin babası aslında bir prens, aynı zamanda şair. Annesi ise çok güzel bir kadın. Küçük bir kız kardeşi var; Radana. Raami küçükken çocuk felci geçirdiğinden bir ayağı topal. Bu nedenle de hep bir gün annesi gibi güzel ve zarif olmayı hayal ediyor, öyle olamayacağını bile bile. Bazen küçük kardeşinin kusursuzluğunu kıskanıyor ama özünde çok masum, çok naif, çok iyi yürekli ve çok olgun bir kız Raami.
Annesini çok seviyor Raami ama babasına ve onun yazdığı şiirlere karşı da büyük bir aşk besliyor. Zaten sayfalar arasında gezinirken Raami hayatı çoğu kez babasının şiirleriyle betimliyor. Bu da benim çok hoşuma gitti açıkçası.
Günlerden bir gün bu kahrolası Kızıl Khmerler yönetimi ele geçiriyorlar ve bir anda ülkede iç savaş patlak veriyor. O güne kadar korunaklı, zengin ve ayrıcalıklı bir hayat süren Raami ile ailesinin sürgünü de böylece başlamış oluyor. Khmerler, önce herkesi yaşadığı mekandan koparıyor, sonra aileleri parçalıyor ve son olarak da herkesi aç bir şekilde ama gerçekten bir şekilde deli gibi pirinç tarlalarında çalıştırıyor.
Raaminin ailesi oldukça kalabalık ve oradan oraya savrulurken istenmeyen parçalanmalar yaşanıyor. Kimliklerini gizleseler bile Raami'nin babasının bir prens olduğu ortaya çıkıyor ve hikayedeki acı katlanarak büyüyor.
Burada ufak bir spoiler var.
Benim için kitabın en acı bölümü Radana'nın sıtmadan hayatını kaybetmesi ve annesinin çektiği acıyı ifade eden sözleriydi. Yazıların altını çizme huyum yok ama bu kitapta kendimi zor tuttum. Bunlardan biri olan; annesinin Radana'nın ölümü üzerine, "mezarının nerede olduğunu öğrenmek istemiyorum, öğrenirsem kendimi de onun yanına gömerim" sözü mesela... Beni mahvetti. Evlat acısının büyüklüğü bundan daha iyi nasıl tarif edilir bilmiyorum. Ya da Raami'nin annesinin kendisiyle konuşmaması üzerine yanına yatıp ona sarılıp "anne" demesi... Anne olmasaydım, her çocuğun yerine kızımı koymasaydım muhtemelen böyle etkilenmezdim ama artık bunun tersi mümkün değil.
Anlatılan acının yoğunluğu, açlığın boyutu o kadar gerçek ki...Okurken Raami'yi beslemek istiyorsunuz, onları ordan çekip kurtarmak istiyorsunuz. Öğrenilmiş çaresizlik karşısında sizin de eliniz kolunuz bağlı kalıyor. Abartmıyorum inanın, roman bahsettiğim duyguların hepsini birebir geçiriyor.
 Özetle; alın, okuyun, okutun. Başlarda roman ağır ilerliyor gibi gelebilir ama öyle değil aslında. İstekli olursanız konu sarıverecek sizi de. Bir de yurt dışı tatil rotanıza Angkor Wat tapınaklarını da eklemeyi unutmayın, o nasıl  büyüleyici bir yerdir, hayran kaldım doğrusu.
Dalları uzadıkça toprağa ulaşıp yeni kökler haline gelen ve romana da adını veren banyan ağacı da bakın şöyle bir ağaçmış. Tek başına orman mübarek:)
banyan-agacı

Keyifli okumalar.


21 Mart 2016 Pazartesi

Gelin Koleksiyoncusu-Ted Dekker

Ted Dekker'ı ne kadar sevdiğimi anlata anlata bitiremedim biliyorum ama bunun tek sorumlusu yazarın birbirinden güzel, süper şahane romanları:) Serileri ayrı güzel, romanları ayrı güzel. Gerilim, esrar, macera ne ararsan var, Gelin Koleksiyoncusu da bunlardan biri. Tam da böyle canım acayip bir gerilim romanı okumak istiyor dediğimde imdadına yetişen sıkı bir roman.

Gelin Koleksiyoncusu-Ted Dekker

FBI özel ajanı Brad Raines, vücutlarındaki tüm kanın topuklarındaki bir delikten boşaltılarak öldürüldüğü dört genç kadının cinayet davası ile ilgilenmektedir. Cinayetleri dini sebeplerle işleyen seri katilin amacı 7 rakamına ulaşmaktır. Bu nedenle kalan 3 kadın öldürülmeden Brad katili bulmalıdır. Ancak elinde dahilikle delilik arasındaki o ince çizgide yürüyen ve dokunduğu ölülerin son anlarını gördüğünü söyleyen Paradise adında bir kadından başka kimse yoktur.

Açıkçası Gelin Koleksiyoncusu,dahi olup da aklını kaçıran kişileri öyle güzel betimlemiş ki hayran kaldım. Hele klinikteki o süper zeki delilerin cinayeti tuhaf yollardan çözdükleri sahne film gibiydi. Hani şey gibi; Ocean's Eleven'daki laser dance sahnesi gibi. Bence bu kitap film olsa akılda kalan sahnelerden biri de bu olurdu:)

Özetle; kitap güzel, konu güzel, sonu da güzel. Ben çok sevdim, size de tavsiye ederim. Keyifli okumalar:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...