özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
özet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Ekim 2018 Pazartesi

En Uzun Yaz- Jennifer L. Holm

Her ne kadar gençler için yazılmış olsa da eline alan kişiyi yaşına bakmaksızın kendine bağlayacak, bir solukta okunacak çok güzel bir kitapla karşınızdayım: Jennifer L. Holm'dan En Uzun Yaz. 
En Uzun Yaz- Jennifer L. Holm
 11 yaşındaki Penny annesi, büyükannesi ve büyükbabası ile yaşamaktadır ve dondurma, beyzbol ve yüzme dısşında ciddi bir derdi yoktur. İtalyan asıllı babasının ailesi ile annesinin ailesi yıllardır birbirleriyle görüşmemektedir. Ancak sürekli hastalık kapacağı korkusuyla yüzmeye ya da sinemaya gitmesine izin vermeyen baskıcı annesi ve hiç de geleneksel olmayan annesinin ailesine karşılık, Penny babasının renkli, eğlenceli ve son derece geleneksel akrabalarıyla zaman geçirmektan çok hoşlanmaktadır.
Çevresindeki hiç kimseden babasının ölümü ile ilgili net bir bilgi elde edemeyen Penny, 1953 yılının yazında bu konuyu derinlemesine araştırmaya karar verir. Ancak yaşanan feci bir kaza, aileleri bir araya getirir ve Penny'nin aradığı tüm cevaplar teker teker önüne dökülür.
Kitabı -tasvip etmediğim ve anlamsız bulduğum bir kaç nokta hariç- çok sevdim. Yazarın kendi İtalyan asıllı ailesinden esinlenerek anlattığı, benim de normalde çok büyük sempati duyduğum uzun yemekler, bol gürültülü ve şenlikli İtalyan sofraları, kitabın en eğlenceli anlarıydı. 
İçinizi ısıtacak güzel bir hikaye arıyorsanız, En Uzun Yaz'ı kesinlikle tavsiye ederim. Keyifli okumalar:)

16 Ekim 2018 Salı

Şeytanın Çocuğu-Jerry Coyne

Bir kitabı okurken, kitapta yaşananların gerçek olduğunu bilmek, hem kitapla hem de kitabın kahramanıyla aranızda çok başka bir bağ kurulmasını sağlıyor ve nereden bakarsanız bakın, bu tarz bir kitabı yazmak da okumak da cesaret istiyor. Yazar Jerry Coyne tarafından kaleme alınan ve bizzat kendi yaşadıklarını anlattığı Şeytanın Çocuğu da buna iyi bir örnek...

Şeytanın Çocuğu-Jerry Coyne
Jerry Coyne anne ve babasının kendisini terk etmesi üzerine bir bakım evine yerleştiriliyor. Burada önce tacize, ardından  sayısı haftada 3-4'ü bulan tecavüze uğruyor. Sessiz kalması için sürekli tehdit edilen, canı yakılan, türlü işkenceler gören Jerry, durumu idareye bildirse de değişen bir şey olmuyor. Üstelik bakım evinde kendisi gibi pek çok çocuğun olduğunu öğreniyor. Ancak öldürülme korkusu Jerry'yi sessizliğe, kekemeliğe, ürkekliğe mahkum ediyor ve kendine güveni olmayan saldırgan bir çocuğa dönüştürüyor.
İlerleyen yıllarda da çocukluğunun izlerini taşıyan Jerry nihayet hayatının aşkını buluyor. Geçmiş anılarından kurtulmak ve temiz bir sayfa açabilmek için hukuki mücadele başlatan Jerry, kendisine tecavüz eden kişiyi en sonunda mahkum ettiriyor. 
Kitap yeniden doğuşun, vazgeçmeyişin, düşülse bile her defasında hiç yılmadan ayağa kalkışın hikayesi aslında...Üstelik bunu yapan kimsesiz, yapayalnız bir çocuk. Çok kalp kırıcı, çok hüzünlü, insanın içini acıtan ve okurken yumrukları sıktıran bir kitap aynı zamanda. Gerçek olması, şu an şu saniye bile dünyanın bilmediğimiz kuytu bir yerinde minicik bir bedenin birileri tarafından darba, tacize ya da tecavüze uğruyor olması...Başta dediğim gibi okumak cesaret ister, yaşaması kim bilir ne zordur. Böyle kitaplar tavsiye edilmez malum, dayanabilirseniz okuyun...
Arka kapak yazısını da adetim olmamasına rağmen eklemek istiyorum buraya, çünkü bu hislerin tamamı gerçek...
"Acımasız bir insan değilim, ama bana yaptıklarından dolayı asla affedemeyeceğim insanlar var. İyi bir insan olma isteğime karşın, bu kişilerin cehennemde çürümelerini, kurtuluşun beyaz ışığını asla görememelerini ya da lekeli ve kararmış ruhlarının bu ölümlü bedenlerini terk etme zamanı geldiğinde meleklerin kanat seslerini asla duyamamalarını içtenlikle diliyorum. Korkunç bir şey söylediğimin farkındayım, ama çocukluğumun hikayesini okuduğunuzda neden böyle hissettiğimi belki anlarsınız."

12 Ekim 2018 Cuma

Hayalet Şövalye-Cornelia Funke

Çok ama çok güzel bir kapağı olduğundan ve güzel kapaklı çocuk kitaplarına dayanamadığımdan aldığım ve keyifle okuduğum bir kitap Hayalet Şövalye.
Hayalet Şövalye-Cornelia Funke
11 yaşındaki Jon'un babası o dört yaşındayken ölmüştür. Annesi ikinci evliliğini bir dişçiyle yapmıştır. Esasında iyi bir adam olmasına rağmen Jon, yeni babasından kurtulmak için her şeyi yapar. Evde çıkan huzursuzluklara dayanamayan Jon'un annesi, onu Salisbury'de bir yatılı okula gönderir. Jon ne kadar dirense de annesi kararından dönmez. 
Yatılı okulda kaldığı ilk gece Jon'un penceresinin altına üç tane hayalet gelir. Korkudan ne yapacağını şaşıran Jon başına gelen ya da gelecek olan olaylarla mücadele etmesine yardımcı olabilecek olan Ella ile tanışır. 
Konusu, kurgusu her şeyiyle çok güzel bir kitaptı. 11-12 yaş çocukların hayal dünyasına hitap etse de, ben herkese tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar!

Gündüz Sefası- Sarah Jio

Eserlerinde geçmişle geleceği paralele çeken ve sonunda mutlaka bir noktada kesiştirip harmanlayan Sarah Jio'nun Gündüz Sefası romanı,diğer kitaplarının yanında sönük kalsa da Ada karakterinin hikayesinin devamı niteliğinde olduğundan es geçemeyeceğim bir kitaptı.
Gündüz Sefası-Sarah Jio
Genç ve güzel Penny, yakışıklı ve çok ünlü  bir ressamla evlenerek  kocasının göl evinde yaşamaya başlar. Penny'nin tek dileği sevdiği adamdan bir çocuğu olmasıdır. Ancak kocası vaktinin çoğunu resim yaptığı atölyesinde geçirmekte, Penny ile gerektiği gibi ilgilenmemektedir. Giderek yalnızlaşan Penny,  tekne işleriyle uğraşan Collins'e aşık olur. Collins'in yaptığı Catalina adlı tekneyle kaçmaya karar veren çiftin planları, Penny'nin aniden ortadan kaybolması ile suya düşer. 
Ada, New York'ta yaşayan ünlü bir gazetecidir. Yoğun şekilde çalıştığından eşini ve çocuğunu sürekli ihmal etmektedir. Yaşanan bir kaza neticesinde hem oğlunu hem de eşini kaybeder. Aradan geçen iki yıl neticesinde toparlanamayan Ada, doktorunun tavsiyesi ile şehri terk eder ve Seattle'da tekneden oluşan bir göl evi kiralar. 
Ada kiraladığı bu evde yıllar önce yaşayan ve bir anda ortadan kaybolan Penny'nin hikayesini duyar ve olayı araştırmaya başlar. Ancak uzun yıllardır Tekneler Caddesi'nde yaşayan sakinlerin hiç biri bu konu hakkında konuşmak istemez. Ada, kendi teknesinde Penny'e ait eski bir sandık bulur ve Penny'ye gerçekte ne olduğunu bulabilmek için geçmişin izlerini takip etmeye başlar. 

Sarah Jio yazdığı romanlarla sağlam bir kemik kitle edindi. Bu nedenle romanın kalitesi artsa da eksilse de bu kitle onu hep takip edecektir. Ben kitaplarını kolay okunur bulduğumdan, genelde mola niyetine tercih ediyorum. Kitap sonlarının da son zamanlarda feci şekilde tahmin edilebilir olduğunu düşünüyorum. Herkese keyifli okumalar!

Bülbülü Öldürmek-Harper Lee

"İstediğin kadar saksağanı vur vurabilirsen ama unutma, bülbülü öldürmek günahtır."cümlesiyle kalpleri titreten Bülbülü Öldürmek, Nelle Harper Lee'nin ilk ve kısa bir süre öncesine kadar da tek romanı.
Bülbülü Öldürmek-Harper Lee
Romanda 1930'ların Alabama'sında siyahilere karşı yapılan ırkçılık ve eşitsizlik gibi sınıfsal olaylar, Finch ailesinin  küçük üyesi Scout'un ağzından anlatılıyor.
Scout, ağabeyi Jem, avukat olan babası Atticus ve çalışanları Calpurnia ile mutlu mesut yaşamaktadır. Bir gün dürüstlük timsali Atticus, siyahi bir gencin savunmasını üstlenir ve o güne kadar herkes tarafından sevilen Atticus, bir anda neredeyse tüm kasabanın tepki gösterdiği ve hedef aldığı bir isme dönüşür. Ailenin geri kalanı da bu durumdan nasibini alır. Çünkü savunduğu siyahi genç, beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlanmaktadır. Sakin kasaba, herkesin içindeki ırkçıyı ortaya çıkardığı bir kaosa teslim olur.
Atticus yargılama aşamasında bildiği ve inandığı prensiplerden asla taviz vermez, adaleti ve hukuku savunmaya devam eder. Son savunmasında, aslında en çok da günümüzde olmasını dilediğimiz bir noktaya parmak basar: Hukuk herkesi eşit gören tek kurumdur.
Öncelikle, çocukların ağzından anlatılan romanları çok sevdiğimi belirtmeliyim. Bunu hakkını vererek yapmak için çocuk gibi düşünebilmek, empati kurabilmek ve olayları o yaş seviyesine göre değerlendirebilmek gerekir. Romandaki Scout 8 yaşında henüz ve romanın dili de tıpkı 8 yaşındaki bir çocuğun konuşması gibi düz, sade ve son derece akıcı. Kolay okunan bir roman olmasının da romanın bu denli geniş bir kitleye ulaşmasında etkili olduğunu düşünüyorum. Bu arada, Scout ve Jem'in arkadaşı olan ve yaz tatillerinde kasabaya gelen Dill karakteri çok şekerdi, sizin de seveceğinizden eminim:) Bu güzel romanı herkese tavsiye ederim, keyifli okumalar.

19 Şubat 2018 Pazartesi

Gölge Kadın-Linda Howard

Oldukça sürükleyici, finaliyle okuyucuyu şaşırtan bir romanla karşınızdayım. Linda Howard'ın tarzını seviyorum ve Gölge Kadın da beni yanıltmayan bir seçim oldu.

Gölge Kadın-Linda Howard

Lizzy bir sabah uyanır ve aynaya baktığında kendi yüzünü tanıyamaz. Yaşadığı şokla dengesi bozulan  Lizzy aniden fenalaşır. Kendine geldiğinde işe gidemeyecek kadar hasta olduğunu anlar ve patronunu arayarak durumu haber verir. Ancak patronu çok şaşırır çünkü Lizzy son 5 senedir hiç hastalanmamıştır.  
Tüm hayatı saat saat, dakika dakika otomatiğe bağlanmış rutinlerden oluşan Lizzy bir anda son iki yılını hatırlamadığını fark eder. Dahası bu duruma eşlik eden bir his daha vardır: İzlenmektedir!
Lizzy beynini zorlayarak geçmişi hatırlamaya her çalıştığında kusmanın da eşlik ettiği bayılmalar yaşamaktadır. Bir süre sonra kontrolü ele alır ve kendinden geçmeden, yavaş yavaş hafızasını tazelemeye başlar. Ancak bunu yaparken hiç dikkat çekmemeli, rutinini bozmamalı, bozduğunda ise  bunu kimse anlamamalıdır.
Diğer tarafta bir grup insan Lizzy'i onlarca kamerayla izlemekte, hayatının her anını kaydetmektedir. Grup lideri Lizzy'deki değişimi ve onun geçmişi hatırlamaya başladığını anlamıştır ve çok geç olmadan onu durdurmak için harekete geçer.
Son derece sürükleyici bir konuya ve sürpriz bir finale sahip Gölge Kadın. Tavsiye ederim, keyifli okumalar şimdiden:)

16 Kasım 2017 Perşembe

Kor Adası-Kimberley Freeman

Sürükleyici kurgularıyla kısa sürede takip ettiğim yazarlardan biri haline gelen Kimberley Freeman'ın aylar önce okuduğum ilk romanı olan Kor Adası farklı zamanlarda yaşamış kadınların sırlarla dolu hikayelerini ve bu hikayelerin çarpıcı tesadüflerle nasıl birbirine bağlandığını anlatıyor.
Kor Adası-Kimberley Freeman

Aslında kendi adıma şöyle bir tespitte bulunmak istiyorum.Daha doğrusu kafamda çoktan kemikleşmiş düşünceyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Sarah Jio'yu ilk okuduğum sıralarda, geçmiş ve günümüzde yaşanan, kahramanları çoğunlukla pek çok sırra sahip kadınlar olan, günümüzdeki kadın kahramanın inzivaya çekildiği okyanus manzaralı eski evde bulduğu mektuplar, günlükler, vs. şeklinde bir vasıtayla geçmişi araştırmaya başladığı ve eninde sonunda o büyük sırrı çözdüğü romanları çok sevmiştim. Hala seviyorum. Ancak Sarah'nın hikayeleri sanki -nasıl desem- biraz basitleşti, sonu benim açımdan kolayca tahmin edilebilir ve sürprizsiz hale geldi. Bu roman türü Sarah ile doğmadı elbette ama onunla ivme kazandığı da bir gerçek. Madem bu tür artık aldı başını yürüdü ve görünen o ki daha da uzun yıllar yazarlarına epey ekmek yedirecek; o halde bu yarışı aynı türü daha farklı, daha şaşırtıcı ve daha fazla düğüm barındıran ancak  hepsinin kusursuz şekilde cevap bulduğu hikayeler kazanacak. Kimberley bu anlamda bir tık ilerde sanki. Özetle; Sarah kendini yenilemeli, Kimberley aynen devam etmeli, ta ki Sarah kendisini yakalayana kadar:)
Bu uzun girişten sonra kitabın konusuna gelecek olursak... 1891 yılında genç bir kız olan Tilly, büyük babasının isteği üzerine mükemmel olduğunu düşündüğü bir evlilik yapar. Büyük babasının ölümü üzerine Tilly, eşiyle yaşamak üzere büyük babasının evinden ayrılır. Mutlu bir aile hayatının hayalini kuran Tilly, eşinin bir metresi olduğunu, dahası kendisini sadece bir banka olarak gördüğünü öğrenince yıkılır. Sonrasında yaşanan felaketler Tilly'nin farklı bir kimlikle Avustralya'ya gitmesine neden olur. Avustralya'da bir malikanede cezaevi müdürünün kızına mürebbiyelik yapmaya başlayan Tilly'nin hayatı tam düzene girmişken geçmişin gölgesi her şeyi altüst eder. 
2012 yılında yazdığı kitaplarla büyük başarı yakalayan Nina, yazma konusunda bir tıkanma sürecine girer ve biraz kendini dinlemek ve yeniden yazabilmek için büyük annesinin Avustralya'daki malikanesine gider. Aslında Nina başarısını büyük annesinin taslak olarak bıraktığı romanı günümüze uyarlamaya borçludur ancak bu konu sırdır. Malikanede yeni romanını bitirmeye çalışan Nina, tesadüfen evin duvarları arasına gizlenmiş olan 13 yaşındaki Nell'in günlüklerini bulur. Nell, Tilly'nin mürebbiyeliğini yaptığı cezaevi müdürünün kızıdır. Nina her şeyi bir kenara bırakıp bu günlüklerin peşine düşer.
Başta da belirttiğim üzere son derece sürükleyici bir roman. Özellikel Sarah Jio sevenler hiç yabancılık çekmeyecek, hatta belki daha çok sevecek. Şimdiden keyifli okumalar, hoşçakalın!

24 Ekim 2017 Salı

Milyonda Bir Çocuk-Monica Wood

Çok hüzünlü, çok komik, çok etkileyici ve sarsıcı bir romanla karşınızdayım. Milyonda Bir Çocuk beni resmen kalbimden vurdu ve buraya yazılmayı bekleyen onlarca kitaba rağmen önce bu kitabı paylaşmak istedim.
Milyonda Bir Çocuk-Monica Wood
11 yaşındaki kahramanımız izci grubundadır ve her cumartesi günü 104 yaşındaki asırlık Ona Vitkus'un bahçesindeki kuş yemliklerini doldurmasına yardım etmektedir. Ona, başlarda bu çocuğun da diğerleri gibi gelip geçici olduğunu düşünür ancak çocuğu tanıdıkça düşüncelerinde yanıldığını anlar. Zamanla bu çok yaşlı ve çok genç iki insan arasında en derin sırların dahi paylaşıldığı mükemmel bir dostluk başlar.
Çocuk bazı garip davranışlara daha doğrusu takıntılara sahiptir. Yatmadan önce 10 yudum su içmesi, yastıkların 10 defa kabartılması, her konuşmasında cümleleri 1,2,3... şeklinde numaralandırarak söylemesi, hayatında olan biten herkesi ve her şeyi listelemesi gibi... Çocuğun bu denli farklı olması müzisyen olan babası Quinn'in ona bir türlü ısınamamasına, özünde iyi bir adam olsa da, babalık ve kocalık derslerinden sınıfta kalmasına neden olmuştur. Müziğin peşinde geçirdiği bir ömür onu yuvasından daima uzak tutar ve sonuçta çocuğun annesi Belle ile kıydıkları ikinci nikah da boşanmayla sonuçlanır.
Ona çocuğa alışmış ve artık her cumartesi hazırladığı nefis keklerle çocuğun yolunu gözlemektedir. Çocuğun bir öğretmeni tanıdıkları en yaşlı kişiyle röportaj yapmalarını ister. Çocuğun tanıdığı en yaşlı kişi olan Ona'nın da teklifi kabul etmesiyle her cumartesi Ona'nın hayat hikayesini konu alan uzun bir röportaja başlarlar. Çocuk tüm soruları büyük bir titizlik ve harika bir el yazısı ile hazırlamakta ve kadının sesini ses kayıt cihazına kaydetmektedir. Yalnız kendi konuştuğu anlarda makineyi kapatmaktadır. (Kitaptaki bu stile bayıldım. Şöyle ki; biz röportaj kısımlarında sadece Ona'nın cümlelerini okuyoruz. Çocuğun soru sorduğu ya da yorum yaptığı kısımlar yok. Ama bir sonraki cümlede Ona'nın verdiği cevaptan çocuğun ne sorduğunu anlıyoruz ve gerçekten çocuğun görünmeyen ama apaçık hissedilen o naifliği bir anda içinizi ısıtıveriyor. Çok sevdim gerçekten.)
Çocuğun bir diğer takıntılı olduğu konu Guinness Rekorlarıdır. Kim hangi tarihte ne yapmış, nasıl yapmış tüm detayları ezbere bilmektedir. Ona ile sohbetleri sırasında çocuk Ona'nın yaşayan en eski ehliyet sahibi şoför unvanını kazanabileceğini fark eder ve bunu Ona ile paylaşır. Böylece asırlık Ona, çocuk sayesinde yepyeni bir umut ve azimle hayata tutunmaya başlar. Ancak Guinnes' e başvurabilmek için birkaç evrakla birlikte Ona'nın yıllardır görmediği doğum belgesine ihtiyaçları vardır ve bu belgeyi ortaya çıkarıp Ona'nın yaşını ispat etmedikleri sürece Guinnes'e girmek imkansızdır.

Bu arada çocuk Ona'yı ehliyet için sınavlara hazırlamaya ve resmen bir öğretmen gibi çalıştırmaya başlar. Çocuk ve Ona birbirlerine alışmışlardır. Birlikte geçirecekleri daha yedi cumartesi vardır önlerinde. Ancak  bir cumartesi çocuk gelmez. Sonraki cumartesi ve sonraki cumartesi de... Çocuk LQT (uzun QT) hastasıdır ve yanlış ilaç tedavisi nedeniyle gelişen ani bir kalp krizi ile hayata veda etmiştir. Bu durumdan haberi olmayan Ona, çocuğun kendisinden sıkıldığını, diğerleri gibi çekip gittiğini düşünür. Ancak çocuğun babası Quinn,  yapamadığı babalık görevinin vicdani yükünü biraz olsun azaltabilmek ve kalan 7 günlük görevi oğlunun adına tamamlamak üzere çocuğun günlüğünde uzun uzun anlattığı Ona'nın kapısını çalar.
Başta birbirlerine ısınamasalar da Ona ve Quinn zamanla çok iyi arkadaş olacak ve  sadece yedi cumartesi sürecek olan görev, yerini uzun yıllar sürecek bir dostluğa bırakacaktır. Artık Ona ve Quinn'in tek amacı vardır; çocuğun başlattığı Guinness macerasına kaldığı yerden devam etmek...
Kitap  başta da belirttiğim üzere çok çok çok güzel. Çoğu yerde boğazım düğümlenip gözlerim dolsa da,  olmadık anlarda attırdığı kahkahaların sayısı hiç de az değil. Kalbe dokunan, şimdiye kadar da rastlamadığım farklı konusu da beni benden aldı. Kitabın bana göre tek eksiği çocuğun ismi. Yani ne bileyim, bu güzel çocuğun bir ismi olmalıydı bence. Ama ismi olmasa bile milyonda bir görülen bir hastalığa sahip olan bu çocuk, annesinin de dediği gibi gerçekten milyonda bir. Hele kitabın çocuğun gözünden anlatıldığı son sahneleri uzun müddet aklınızdan çıkmayacak. Lütfen hemen bu kitabı edinin, okuyun, çevrenizdekilerin de okumasını sağlayın. Pişman olmayacaksınız. Şimdiden keyifli okumalar, hoşçakalın!

13 Eylül 2017 Çarşamba

Ressamın Çırağı-Charlotte Betts

Yazar Charlotte Betts'in 17yy. Londra'sından kesitler sunduğu Ressamın Çırağı, Merryfields'ta yaşayan Ambrose ailesinin resme yetenekli kızları Beth'in hikayesini anlatıyor.
Ressamın Çırağı-Charlotte Betts
Ambrose ailesi, kendilerine ait evlerini ağır travmalar yaşamış bazı ruh hastalarının tedavi edilmeleri için hizmete açmış, bir nevi onlara sığınak olmuşlardır. Johannes de bu hastalardan biridir. Karısını ve çocuğunu savaşta kaybeden Johannes oldukça başarılı bir ressamdır ve vaktinin büyük çoğunluğunu kendisine verilen atölyede resim yaparak ve Beth'e ders vererek geçirmektedir. Johannes gerçekten iyi bir öğretmendir ve Beth de iyi bir ressam olma yolunda emin adımlarla ilerlemektedir.
 Ancak dönemin şartlarında bir kadının kendi başına ayakta durması, bir meslek sahibi olması neredeyse imkansızdır. Kadından beklenen en kısa zamanda evlenerek çocuk sahibi olması ve kendisini ailesine adamasıdır. Günümüz cahil kafasından pek de farklı değil sanki:) Evliliğe şiddetle karşı çıkan Beth ayağına kadar gelen fırsatı değerlendirir. Saraydan gelen teklifi kabul eder ve Saray Ressamı olarak işe başlar. Görevi saray bahçesinde yetiştirilen ender bitki ve çiçekleri resmetmektir.
Beth evliliğe karşı olsa da kuzeni Noah' ya aşık olmaktan kurtulamaz. Noah da ona aşıktır ancak Noah'ın sakladığı büyük bir sırrı vardır ve Beth bunu öğrendiğinde tüm dünyası alt üst olur.
Kitap genç aşıkların romantik hikayesini anlatırken Büyük Yangın sonrasında yaşananlara kısmen de olsa ışık tutuyor. Beth'in annesi ve babasının hikayesinin anlatıldığı Eczacının Kızı romanının devamı gibi duruyor ancak sıra gözetmeksizin okuyabilirsiniz. Zira olaylar tarih olarak birbirini izlese de karakterler ve hikayeleri birbirinden tamamen bağımsız.
Ben hikayeyi ve karakterleri sevdim. Üzerimde elbette bir Lisa Gardner etkisine yol açması mümkün değil ama sakin bir hikaye arayanlara tavsiye ederim. Keyifli okumalar:)

12 Eylül 2017 Salı

Korkuluklar-Michael Marshall Smith

Korkuluklar; İngiliz yazar Michael Marshall Smith'in 2002 yılında yazdığı The Straw Men Trilogy adlı üçlemenin ilk kitabı. Diğer iki kitap henüz Türkçe'ye çevrilmemiş ancak umarım bu yazarın tüm kitapları en kısa zamanda çevrilir. Kitap oldukça ilginç bir konuya ve sürükleyici bir anlatıma sahip. Kitabı bu yılın şubat ayında okumuştum ama sanırım buraya okuduklarımı ekleme konusunda iyice tembelleştim. Bunun tek sorumlusu da Goodreads:) Malumunuz site çok kullanışlı, tüm kitaplar elinizin altında ve birkaç tıklamayla tüm bilgileri kaydedebiliyorsunuz. Bunun dışında seçtiğiniz yazarları takip etme ve onlarla iletişime geçme şansınız da var.
The Straw Men-Michael Marshall
Serinin ilk kitabı olan Korkuluklar'a dönecek olursak...  Romanda gerilim adına herşey var; seri katiller, aile sırları, cinayetler, tuhaf olaylar vs... Kahramanımız olan genç adam, anne ve babasının trafik kazasında öldüğünü haber alır ve cenaze işlemlerini halletmek için ailesinin yaşadığı şehre gelir. Ailesinin evinde geçirdiği ilk gün, babasının koltuğunun içine sıkıştırılmış bir not bulur. Nottaki "Biz ölmedik" yazısı genç adamı, anne ve babasına aslında ne olduğunu bulabilmek için yakın bir arkadaşının da desteğiyle olayın aslını araştırmaya iter. Araştırmaları onu gözünü kırpmadan cinayet işleyen çok tehlikeli ve gizli bir örgüte götürür.
Gerilim türünden hoşlanıyorsanız Korkuluklar iyi bir seçim olabilir. Kitapta birbirinden bağımsız gibi görünen farklı hikayeler var ve en sonunda yazarın ustalığıyla hepsi birbirine bağlanıyor. İlk sayfadan itibaren kendinizi sürekli neler olmuş olabileceğini tahmin etmeye çalışırken buluyorsunuz. Başta da belirttiğim gibi umarım bu yazara ait diğer kitaplar en kısa zamanda dilimize çevrilir de biz de seriyi tamamlarız:) Keyifli okumalar şimdiden, hoşçakalın!

12 Haziran 2017 Pazartesi

Martin Eden-Jack London

Jack London'la ilk tanışmam ilkokul yıllarında, "Ademden Önce" kitabıyla olmuştu. Kitabı çok sevmiştim ve hala hemen hemen tamamını net bir şekilde hatırlıyorum. Rüyamda yüksekten çok fazla düşmemin de hatırlamamda etkisi büyük elbette:)
İşte o günden sonra Jack London'ı bir daha okuma şansım olmadı nedense. Ta ki Martin Eden'e kadar.

Martin Eden-Jack London

Cahil, fakir ve kaba olmasına rağmen, fiziksel olarak güçlü, hemen her işi yapabilen, son derece zeki olmanın getirdiği avantajla her şeyi çabucak öğrenen bir yapıya sahip olan Martin Eden, bir gün üst sınıfa mensup, zengin, güzel ve üniversite öğrencisi olan Ruth'a aşık olur. Aralarındaki uçurum-her anlamda-oldukça derindir. Ancak Martin sevdiği kıza layık olabilmek için zorlu bir mücadeleye girişir. Çok basit görgü kurallarından kusursuz bir dil bilgisi ile konuşmaya, sofra adabından felsefi akımlara, fizikten, coğrafyaya, matematikten siyasete kadar her konuda söyleyecek bir sözünün olabilmesi için, günlerini gecelerini okumaya ve yazmaya adar. 

Martin'in bir şeyler öğrenmesi için sürekli araştırması, hiç durmadan okuması ve bunun için de çalışmayı bırakması gerekmektedir. O da gereğini yapar, işi bırakır. Çok zor şartlarda, yarı aç yarı tok ama her daim kitaplarla yaşamaya başlar. Bilgi elinin altındadır. Ancak okula gitmediğinden ve bir bilgiyi nasıl işleyebileceğine ilişkin hiç bir metot bilmediğinden, Martin önce öğrenmeyi öğrenir. Ve zamanla çevresinde üstün gördüğü kimselerin o kadar da üstün olmadığını, dahası Tanrıça diye sevdiği kadının da son derece sıradan olduğunu dehşet içinde fark eder. Olayları herkesten daha iyi ve daha derinden idrak etmesi Martin'in günden güne büyük bir mutsuzluğa ve hayal kırıklığına sürüklenmesine neden olur. Öğrenmeye olan aşırı takıntısı, iflah olmaz hırsı ve tutkusu yavaş yavaş söner. Başlarda dergilere gönderdiği ve yüzlerce kez reddedilen yazılarının tek bir cümlesi dahi değişmemişken, sonradan sonraya müthiş bir talep görmesi, yayın evlerinin Martin'in peşinde koşması, popularitesi arttıkça hayal bile edemediği paraların oluk oluk cebine akması, Martin hep aynı kalırken insanların birden bire bu denli değişmesi Martin'i tüketir. Artık yazılarının iyi olduğunu ispat etmesine gerek yoktur ama bu durumun mutluluğunu yaşayacak takati de kalmamıştır. Amacına ulaşmak Martin'in tüm yaşama sevincini söküp almıştır.

Jack London'ın hayatından da kesitler taşıyan Martin Eden, sıradan bir insanın azminin ve hayal kırıklığının onu hangi uçlara götürebileceğinin muazzam bir örneği. Evet, düşündüm de Martin Eden cidden uçlarda yaşayan bir karakter. Herkese, her yaştan okuyucuya şiddetle tavsiye ederim, okuyun, okutun...

25 Nisan 2017 Salı

Siyah Kar-Juliette Sobanet

Zamanda yolculuk, paralel evren, fringe gibi insan beyninde heyecanlı çağrışımlar yapan bir konunun işlendiği Siyah Kar, sürükleyici kurgusuyla beni çok memnun etti. Tek kötü yanı elinizden bırakamadığınız için kitabın hemen bitivermesi:)
Siyah Kar-Juliette Sobanet
Jillian ve İsla ikiz kız kardeşlerdir. Ancak geçmişlerinde yaşanan bir takım acı olaylardan dolayı 6 yıl önce kendi yollarını çizmişlerdir ve çok sık olmasa da görüşmeye devam etmektedirler. Gazetecilik yapan ve üst düzey bir bürokratın ipliğini pazara çıkarmak için uğraşan Jillian, kız kardeşi İsla'nın İsviçre'den Paris'e giden gece yarısı ekspresinden, yanında iki kızla birlikte kaçırıldığı haberini alır. Bu işi çözmek için  işe koyulan Jillian'ın yol arkadaşı ise, yıllar önce ayrılmak zorunda kaldığı ancak hala çok sevdiği dedektif Samuel'den başkası değildir.
Jillian ve Samuel, ilk iş olarak Doğu Ekspresi'ne binerler ve İsviçre'nin karla kaplı dağları arasında seyahat etmeye başlarlar. Ancak o anda çok sıra dışı bir şey olur ve bir anda tren ve içindeki herkesle birlikte 1937 yılına giderler. 1937 yılında yine İsla gibi bir genç kız, yanında iki kızla birlikte, yolculuk ettikleri gece yarısı ekspresinden kaçırılmış ve öldürülmüştür. Cinayetleri kimin işlemediği bulunamamıştır. Jillian ve Samuel'in günümüzdeki İsla'yı kurtarmalarının tek yolu, 1937 yılında gerçekleşen olayın üzerindeki sis perdesini kaldırmak ve kaçırılan kızları kurtarmaktan geçmektedir.
Çok etkileyici bir kitaptı. Soluksuz okunan, hızı hiç kesilmeyen ve son derece sürükleyici bir konusu vardı. Kesinlikle tavsiye ederim, keyifli okumalar!

24 Saat Açık Kitapçının Sırrı-Robin Sloan

Bir kitabın isminde "kitapçı" kelimesi geçiyorsa ya da kapak resminde kitaplık, kitapçı dükkanı gibi görseller kullanılmışsa, bende otomatikman "hiç düşünmeden alıp okumalıyım" hissi uyandırıyor. 24 Saat Açık Kitapçı'nın Sırrı da bunlardan biri ve diğerleri gibi bunu da çok sevdim:)
24 Saat Açık Kitapçının Sırrı
Kitabın sol taraftaki orijinal kapağı, karanlıkta fosforlu bir görünüm kazanıyor. Bence çok hoş ama ben bizdeki ve diğer ülkelerde yayınlanan farklı kapak tasarımlarını da sevdim. Bizdeki şu şekilde:
24 Saat Açık Kitapçının Sırrı
Kitabın konusuna gelirsek...Clayn kriz nedeniyle işsizdir ve iş arama çalışmaları sürerken Penumbra'nın 24 saat açık kitapçısında iş bulur. Kitapçı dükkanı, oldukça yüksek bir tavana sahip, göğe doğru uzanan raflara sahip ilginç bir yerdir. İşe kabul edilmesi fazla sürmez. Kitapçının sahibi Penumbra'nın Clayn'den sadece iki isteği vardır. İlki; dükkana gelen tüm müşterilerin hem fiziksel hem de ruhsal olarak durumlarının kayıt altına alınması- çünkü bu tuhaf dükkanın müşterileri de tuhaftır-, ikincisi ise arka bölümdeki kitaplara müşteriye vermek haricinde el sürmemektir.
Clayn'in vardiyası gece 12'den sabah 8'e kadar sürmektedir. Başlarda sessiz olan dükkan, gecenin bir yarısı büyük bir heyecan ve telaşla gelen ve sanki alacakları kitap tek kurtuluşlarıymış gibi davranan insanlar sayesinde hareketlenir. Bu telaşlı insanların istedikleri kitaplar, Bay Penumbra'nın incelemesini yasakladığı arka raflardaki kitaplardır. Başlarda bu duruma bir anlam veremeyen Clayn, merakına daha fazla direnemez ve bu gizemi çözmek için işe arka raflardaki kitapları inceleyerek başlar.
Bundan sonrası ise okuyucuyu Google'ın müthiş imkanlarından eski bir tarikata, şifrelerle dolu bir yolculuğa çıkarıyor.
Kitapta motto olarak kullanılan bir de güzel söz var: Festina Lente. Anlamı; yavaş yavaş acele et demek. Yani ne fırsatları kaçıracak kadar hızlı ne de fırsatları kaçıracak kadar yavaş ol da denilebilir. İnternette araştırırken "Tavşan aklına dur de, kamplumbağa aklını yücelt" gibi bir karşılık da buldum ki hemen hemen aynı anlama geliyor.
Baştan belirtmerliyim ki; kitap benim gibi fantastik konuları seven okurlar için hedefi 12'den vuran başarılı bir hikayeye sahip. Limonlu Pastanın Sıradışı Hüznü'nü hatırlattı bana. Aslında alakaları yok ama nedense okurken aklımın bir köşesinde hep o kitap vardı. Onu da çok sevdiğimi belirtmiştim.Kitapta anlatılanlar o kadar inandırıcı ki, neden olmasın deyip ister istemez araştırmaya başlıyorsunuz. Kurgu olması biraz hayal kırıklığı yaratsa da, bu hayal gücüne sahip bir yazarın sizi tekrar mutlu edecek bir kitap daha yazma ihtimali tekrar modunuzu yükseltiyor. Keyifli okumalar!

2 Şubat 2017 Perşembe

Milena'ya Mektuplar-Franz Kafka

Uzun zamandır listemde olmasına rağmen ancak okuyabildiğim Milena'ya Mektuplar nihayet bitti. Kafka'nın Şato'su da kütüphanede beni bekliyor ama sanırım bir süre daha bekleyecek.
Milena'ya Mektuplar-Franz Kafka

Kitap, adından da anlaşılacağı üzere Kafka'nın 2 yıl boyunca aşk yaşadığı Çek tercümanı Milena'ya yazdığı mektuplardan oluşuyor. Milena'nın Kafka'ya yazdıkları kendi isteği doğrultusunda yakıldığından Kafka'nın mektuplarının bir kısmını "imagine it" mantığında okumak gerekiyor.
Kitap bu şekliyle okunduğunda okuyucuda Kafka'nın sanki platonik takıldığı, evli olan Milena'nın hem eşini hem de Kafka'yı aynı anda idare ettiği-ki gerçek bu- Kafka'yı çok da umursamadığı gibi bir izlenim yaratıyor. Ancak kitabın sonunda Milena'nın Kafka'nın yakın bir arkadaşına yazdığı mektuplardan anlaşılıyor ki Milena da Kafka'yı en az onun kadar sevmiş ve onun adına endişelenmiş. Kafka'yı neredeyse kanatsız, günahsız, gökten zembille inen bir melekten bahseder gibi anıyor. İşte tam da bu noktada, okuyucu ilk düşüncesinden derin bir pişmanlık duyuyor, keşke Milena'nın mektupları da olsaydı diyor... Yani ortada büyük bir aşk var evet ancak, bunu net olarak anlamak için kitabı bitirmeniz gerekiyor.
Milena'ya Mektuplar, benim ilk Kafka romanım ama okumaya yanlış kitaptan başladığımı düşünüyorum. Çünkü bugüne kadar kafamda çizdiğim heybetli Kafka resmi yerle bir oldu. Niye böyle bir resim çizdim ondan da emin değilim ancak kendi adıma aşık Kafka'dan önce yazar Kafka'yı tanımak daha isabetli bir tercih olurdu. Kafka'nın o çok korkak ve kırılgan yapısı, kararsız, sürekli fikir değiştiren, hiç bir şeyden tam anlamıyla emin olamayan karakteri beni yordu gerçekten.
Kitapta ilgimi çeken en önemli detay titiz posta servisi oldu. Telgrafların, mektupların çok acayip yöntemlerle günü gününe sahiplerine teslim edilmesi, herkesin mektupla haberleşmesi, öğlen tanışılan insana akşam mektup yazılması, randevulaşılması, bir saat sonra tekrar mektup yazıp "yok orada değil şurada şu saatte buluşalım" şeklinde mektuba whatsapp muamelesi yapılması benim açımdan son derece ilginçti. Ve hemen herkesin verem gibi akciğer hastalıklarından muzdarip olması. İnsanların hayatlarının bir dönemini sanatoryumda geçirmelerinin gayet normal karşılanması, kadın doğumcu ya da iyi bir bel fıtıkçı arar gibi incelikli sanatoryum araştırmaları yapılması ve iyileşmek adına yapılabilecek tek şeyin açık havada uzun yürüyüşler olması... 
Özetle; aslında çok naif ve derin bir sevginin oldukça vurucu sözlerle anlatıldığı güzel bir aşk hikayesi Milena'ya Mektuplar. Kitabı bugün okuyacak olsaydım, tüm mektupları arka arkaya okuyup bitirmeye çalışmak yerine yatağımın baş ucuna koyar ve her gün bir iki mektup okuyup kapağını kapatırdım. Böylece hem gerçek hayat ile romandaki mektupların alınma ve gönderilme zamanları arasında bir bağ kurmuş hem de sindirerek ve sıkılmadan kitabı tamamlamış olurdum. Kafka'nın bugün yazdığını bugün, yarın yazacağını yarın okurdum. Her neyse, siz belki bu şekilde okur ve benden çok daha fazla keyif alırsınız. Hoşçakalın! 

19 Ocak 2017 Perşembe

Nehrin Karşı Kıyısı-Alice Taylor

Daha önce şurada bahsettiğim Evin Hanımı adlı romanından sonra, Nehrin Karşı Kıyısı Alice Taylor'ın Türkçe'ye çevrilen ikinci kitabı.
Nehrin Karşı Kıyısı-Alice Taylor

Phelanların çiftliğinde hikaye kaldığı yerden devam ediyor. Ned öleli yıllar geçmesine rağmen Martha hala bu durumla başa çıkmakta zorlanmaktadır. Çocuklar büyümüş, bununla beraber yaşanan kuşak çatışmaları da artmıştır. Eski toprak Jack ise ilerleyen yaşına rağmen çiftlik işlerinin belli bir düzen içerisinde yürümesinin yegane sebebidir.
Phelanların eski düşmanı Conwayler Phelanlara zara vermek için fırsat kollamaktadır. Ancak bu kez seçilen kurban herkesin içini titreten masum bir genç kızdır. İntikamı ise son derece planlı ve sarsıcı olacaktır.
Evin Hanımı'nı okurken aldığım keyif aynen bu kitapta da devam etti. Yazarın anlatımı sade ve akıcı. İçinde pek çok olay barındırmasına rağmen hemencecik bitiveren kitaplardan. Tavsiye ederim.

13 Ocak 2017 Cuma

Katilin Kızları-Randy Susan Meyers

Katilin Kızları, ilgi uyandıran tanıtımına rağmen bende hayalkırıklığı yarattı açıkçası ve okumasam da olurdu listeme hızlı bir giriş yaptı.
Katilin Kızları-Randy Susan Meyers
Lulu ve Merry, bencil bir anne ve bu bencil anneye aşık sarhoş ve sorumsuz bir babaya sahiptirler. Sonu gelmez kavgaların birinde baba kapının önüne konur. 10 yaşındaki büyük kızını kandırarak bir şekilde eve giren baba, karısını ve küçük kızını bıçaklar. Anne ölür, küçük Merry ise  göğsünde taşıyacağı çirkin bir yara iziyle hayatta kalır. Anne mezara baba hapse girince kızlar kısa bir süre büyükannelerinin yanında kalır ancak o da öldükten sonra yetimhaneye verilirler. 
Lulu doktor, Merry ise avukat olur. Lulu babasını asla affetmez ve bu nedenle de hiç bir görüşe gitmez. Merry ise bir şekilde babasından korkmaktadır ve hapiste dahi olsa babasının bir şekilde idare edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Yıllarca babasıyla hiç bir şey olmamamış gibi görüşür.
Lulu'nun onu çok seven bir eşi ve dünyalar güzeli iki kızı varken Merry gündelik ilişkilerle hayatını geçirmektedir. Artık yetişkin birer kadın olmalarına rağmen annelerini kaybedişlerinin ve bir katilin kızı olmalarının etkilerini her daim üzerlerinde hissederler. Ve bir gün babalarının tahliye olacağı haberi iki kız kardeşin hayatlarına bomba gibi düşer.
Başta dediğim gibi okumasam da olurdu. Çünkü sürekli babalarının hapisten çıkıp kızlara birşey yapacağını, aralarında büyük olaylar olacağını düşünüyorsunuz ancak kitap kızların erkek arkadaşlarının çetelesini tutmaktan başka bir şey yapmıyor. Merry'nin sevgilisi aşağı, Lulu'nun sevgilisi yukarı. Kitabın esas konusu gölgede kalmış bence. Final de çok sönüktü. Daha doğrusu bir final var mı, ondan bile emin değilim. Tam bir zaman kaybıydı, tavsiye etmiyorum.

Sırrını Derine Göm-Liane Moriarty

Son zamanlarda artık hemen her yerde karşımıza çıkan, okuyucuyu ilk olarak etkileyici kapak tasarımlarıyla vuran, kadın karakterlerin baş rolde olduğu sürükleyici romanlardan biri Sırrını Derine Göm.
Sırrını Derine Göm-Liane Moriarty
Cecilia, 3 kız çocuğa sahip iyi bir anne, kocasını çok seven güleryüzlü bir eş ve arı gibi çalışkan bir iş kadınıdır. Bir gün tavan arasındaki kutuların birinde kocası tarafından yıllar önce, ölümünden sonra açılmak üzere yazılmış bir mektup bulur. Eşine son derece güvenen Cecilia mektubun içeriğini merak etse de, onun iş seyahatinden dönmesini beklemenin ve muhtemelen bir şakadan ibaret olan mektubu kocasının bizzat açıklamasının daha doğru olduğuna karar verir.
Karar verir vermesine ancak, telefonda eşine bu mektuptan bahsetmeden de duramaz. Bir anda panikleyen ve saçma bir bahane ileri sürerek mektubu kesinlikle açmamasını söyleyen kocasının tavrı Cecilia'yı şüphelendirir. Mektubu henüz açmaya bile fırsat bulamadan kocasının iş seyahatini birdenbire kesmesi ve eve erken dönmesi Cecilia'yı nihayet harekete geçirir ve kocasından önce davranarak mektubu okur. Cecilia'nın tanık olduğu itiraf onu adeta felç eder. Bugüne kadar tanıdığını sandığı kocası aslında bambaşka biridir. Cecilia'nın öğrendiği sır ise kurşun gibidir ve ağırlığı ile onu ve tüm hayatını tehdit etmektedir.
Kitapta Cecilia haricinde bir kaç kadın karakter daha var ve bu kadınların hepsinin hikayesi bir şekilde birbiriyle bağlantılı. Çok sürükleyici, çabucak okunan güzel bir roman. Tavsiye ederim.

3 Ocak 2017 Salı

Geri Sayım- Elizabeth Norris

Paralel evrenler, paranormal olaylar, fantastik hikayelerden hoşlanan, kısacası benim gibi Fringe hayranlarının ilgisini çekebilecek bir kitapla karşınızdayım.

Geri Sayım- Elizabeth Norris
17 yaşındaki lise öğrencisi Janelle'in kalbi, geçirdiği bir trafik kazası neticesinde durur. Hatta bir süreliğine tam manasıyla ölür. Ancak anlayamadığı bir şeyler olur ve gözlerini açtığında aynı okuldan tanıdığı, genelde sürüden ayrı takılan Ben Michaels ile karşılaşır. Janelle bir şekilde hayata Ben sayesinde döndüğüne emindir ve işin aslını öğrenebilmek için Ben ve arkadaşlarının peşine düşer.
Janelle'in babası FBI ajanıdır. Janelle bir ipucu bulabilmek umuduyla, babasının -zaman zaman tuhaf olayların da yer aldığı- dosyalarını karıştırırken çoktan geri sayıma başlamış bir kronometreyle karşılaşır. Araştırmalarına devam ettikçe geçirdiği kazanın, gizemli Ben'in ve dünyanın sonunu hazırlayan bu kronometrenin tuhaf bir şekilde birbiriyle bağlantılı olduğunu keşfeder. Tam da bu esnada yaşadığı acı olay Janelle'in hayatını alt üst eder. 
Kitapta pek çok karakter ve olay var. Açıkçası kusurlarına rağmen kitap oldukça sürükleyiciydi. Çok çabuk bitti ve okuması da keyifliydi. Her zaman başyapıt okumak zorunda değiliz ve ben mümkün mertebe elimin altında böyle kitaplar bulunsun istiyorum. Geri Sayım üç kitaplık bir serinin ilk kitabı bu arada. Seri kitapları sevdiğimi daha önce de belirtmiştim. Sadece bu bile bu kitabı tavsiye etmem için yeterli bence. Keyifli okumalar:)

19 Kasım 2016 Cumartesi

Yabancı Evin Tanıdık Odaları-Katrina Kittle

Pastel tonlarda hazırlanmış masal tadındaki kapak sizi yanıltmasın, zira altında son derece sarsıcı bir hikaye yatıyor. Yabancı Evin Tanıdık Odaları, ebeveynleri tarafından istismar edilen küçük bir çocuğun kalp kıran öyküsünü anlatan etkileyici bir roman...
The-Kindness-Of-Strangers-Katrina Kittle
Eşini bir süre önce kaybeden Sarah, 11 ve 17 yaşlarındaki iki oğlu ile bu durumun üstesinden gelmeye çalışmakta ancak pek de başarılı olamamaktadır. Dışarı çıktığı bir gün en yakın arkadaşı ve aynı zamanda yan komşusu olan Courtney'in oğlu Jordan ile karşılaşır. Jordan Danny ile aynı sınıftadır ve yakın arkadaş olmalarına rağmen bir süre önce bilinmeyen bir nedenle araları açılmıştır. Sarah Jordan'ın okula geç kaldığını düşünerek onu arabayla bırakmayı teklif eder. Jordan tereddüt etse de teklifi kabul eder.
Jordan yolda rahatsızlanır ve tuvaleti kullanabilmesi için yolda mola verirler. Sarah bir süre arabada kalarak Jordan'ın dönmesini bekler. Jordan dönmeyince onu kontrol etmek için tuvalete giden Sarah, Jordan'a seslenir ancak cevap alamaz. Bunun üzerine içeriye giren Sarah, Jordan'ı boynuna saplanmış bir iğneyle pis tuvalet zemininde baygın halde bulur. Şırıngadaki sıvı her neyse Jordan'ı öldürmek üzeredir ve Sarah vakit kaybetmeden Jordan'ın annesinin de doktor olarak çalıştığı hastaneye doğru yola koyulur. Hatanede yapılan ilk muayenenin ardından herkes için inanılması güç, şok edici gerçekler ortaya çıkar. Jordan çok uzun zamandır istismara uğramaktadır ve boynuna sapladığı iğne ile intihara kalkışmıştır. Jordan'ın babası kayıplara karışırken, Courtney tutuklanır.
Sarah başta inanmak istemese de en yakın arkadaşı ve onun kocası çocuk istismarı, çocuk pornografisi ve ensest ile suçlanmaktadır. Jordan düzenli olarak sadece anne-babasının değil, başka ailelerin çocuklarıyla birlikte eve bu iş için gelen pek çok kişinin istismarına uğramıştır. Çevrede oldukça sevilen ve saygın insanlar olarak bilinen bu çift hakkındaki iddialar kimseye inandırıcı gelmese de evde bulunan videolardaki kanıtlar iddiaların gerçekliğini ortaya koyar.
Başında yeterince dert olan Sarah, büyük oğlu Nate'in Jordan'ı evlerinde geçici olarak misafir etme teklifiyle iyice çıkmaza girer. Ya Jordan'ı kendi haline bırakıp tüm yaşananlara sırtını dönecektir, ya da Jordan'ı kendi çocuklarından ayırmayıp ona annelik edecektir. Sarah'nın kararı, herkesin hayatını derinden etkileyecektir.
Kitap, başta da belirttiğim üzere, benim şahsen çok hassas olduğum bir konuyu işliyor. Oldukça sarsıcı ve hatta kimi yerleri mide bulandırıcı. Ancak istismar, eğer mağdur çocuksa ve faili çocuğun ailesinden herhangi biriyse, fark edilmesi, ortaya çıkarılması oldukça güç bir durum. Kitap, bu tarz olayları hem mağdur hem de fail açısından inceleyerek nasıl davranışlar sergileyebileceklerini gayet ayrıntılı olarak göstermiş. Kolay kolay unutulmayacak kitaplardan. Herkese şiddetle tavsiye ediyorum...

18 Ekim 2016 Salı

Öykü Odası- Michael Paterniti

Sırf kapak resmi bile insanı bulunduğu yerden alıp o küçük İspanyol kasabasına götürmeye yeterken, Michael Paterniti'nin bizzat yaşadığı ve yazması yıllarını alan olayları böyle büyüleyici bir şekilde anlattığı Öykü Odası okunmaya değer, verilen emekten dolayı da son derece kıymetli bir roman bence...Tek sorun, ayrı bir roman çıkacak uzunluktaki dipnotlar ve konu sürekli dağıldığından, daha doğrusu odaklanacak çok fazla nokta olduğundan yavaş ilerlemesi.
öykü-odası-michael paterniti
İspanya'da bulunan mağaralardaki odalardan biri, eskiden peynir ve şarap sayımı için kullanılırken zamanla şekil değiştirmiş ve kasaba halkının sabahlara kadar dertleştiği, yeyip içtiği ve birbirlerine öyküler anlattıkları odalara dönüşmüş. Romanın ismi de buradan geliyor. Michael yazarlık mesleğinin başındadır. Ufak tefek yazılar peşinde koşarken bir gün elbette kendi romanını yazıp ünlü olmayı hayal etmektedir.
Michael bir gün bir parça peynirle karşılaşır. Bu, sıradan bir peynir değildir. İsmi Paramo De Guzman olan bu İspanyol peyniri, dünyanın en özel ve aynı zamanda en pahalı peyniridir. Peynir çok eski bir aile tarifi ile yapılmaktadır. Hazırlanan peynir ailenin kendi elde ettiği zeytinyağına yatırılmakta ve bu haliyle mağaralara kaldırılıp yıllandırılmaktadır. Peynir yapılırken koyunların papatya ve lavanta gibi bitkilerden bol bol beslenmesi ve bu güzel kokulu bitkilerin tatlarının da süte geçmesi sağlanmaktadır. Ve en önemlisi, bu peynir sevgiyle yapılmaktadır.
Peynirin hikayesini dinleyen Michael kendi kendine onun izini sürmeye ve İspanya'nın Guzman kasabasında yaşayan bu peynirci aileyle tanışmaya Don Kişot vari bir söz verir. Aradan 10 yıl geçer. Michael ailesini de alarak bu müthiş peynirleri yapan Ambrosio ile bizzat tanışmak üzere İspanya'ya gider ve daha gördüğü ilk anda heybetli Ambrosio'nun çekim alanına girer. Öykü odasında anlattığı öyküler, kendi ürettikleri şaraplar, peynirler ve lezzetli yemeklerle geçen günler Michael için bambaşka bir dünyanın kapısını aralar.
Michael, kararını vermiştir. Bu peynirin ve Ambrosio'nun öyküsünü yazacaktır. Çünkü kendi efsanesini yaratan bu müthiş peynirin ardında Ambrosio'yu derinden yaralayan bir hikaye yatmaktadır. Michael yıllar içinde defalarca İspanya'ya gider, hatta bir dönem işi ailesiyle orada yaşamaya başlayacak kadar ileri götürür ancak kitap bir türlü bitmez. Bunun sebebi, Ambrosio'nun hikayesinin devam etmesidir. Hikayenin bir neticeye ulaşması için Michael de gereken müdahaleyi yapar ama sonuçta bu gerçek hayattır ve yazarı siz olmadığınız için sonunu da siz takdir edemezsiniz. 
Uzuuun bir zaman sonra, Michael nihayet, Ambrosio'nun öyküsüyle beraber kitabı yazar. Ama kitap dediğim gibi çok fazla dipnota sahip. Çok fazla öykü var içinde. Yani bir sayfayı belki 4 sayfa okur gibi okuduğunuzdan çok yavaş ilerliyor. Bazı yerlerde İspanyolca kelimelerden fenalık geldi mesela, ya da bazı hikayelerin çok gereksiz olduğunu düşündüm. Çok uzun sürede yazıldığından o yılların yorgunluğunu da taşıyor kitap bence. Belki biraz daha hafif olsa, biraz daha su gibi okunsa, özündeki hikayeye ulaşmak daha kolay olabilirdi. Ben çok inatçıyımdır kitap konusunda. Elime aldığım kitabı bitirmeden asla bırakmam. Ancak herkes bu kadar sabırlı olmayabilir. Bu durum kitabın ancak belli bir kesimce sevilmesine neden olabilir. Bu da bir dezavantaj elbette.
Kitaptan iki kısa öykü paylaşmak istiyorum. Normalde hiç tarzım değil, ama çok hoşuma gitti, unutmak istemiyorum.
"...Bir seferinde babamın atalarının Sicilya'daki köyünü ziyaret ettiğimde , yolu sopayla döverek oradaki dik bir yokuştan mezarlığa giderken gördüğüm bir kadın hakkında bir öykü duymuştum. o kaplumbağa hızıyla evden mezarlığa gidip geri dönmesinin altı saat kadar sürdüğü söyleniyordu. Nasıl bir acı böylesi bir zahmete sebep olur; vefat etmiş bir evlada ya da kocaya ziyaret mi? Hayır, hayır hiç de öyle değildi, beni oldukça gür seslerle düzeltmişlerdi. Astio, acı bir nefret. O mezarlıktaki onun baş düşmanıydı. İster yağmur yağsın, ister güneş açsın, yaşlı kadın her gün sadece bir kez daha üzerine tükürmek için onun mezarına yürüyordu."

" Madrid'de bir restorana ilk kez geldiğinde diğer herkes gibi gelirsin ve diğer herkes gibi de muamele görürsün. İkinci kez geldiğinde garsonlar sana başıyla selam verir, ekstra ekmek verirler ve bardağın daha cömertçe dolar. Ama restoranı üçüncü kez ziyaret ettiğinde öyle ya da böyle ailedensindir. Böylece garson sana mutfaktaki iyi yiyeceklere dair birkaç ipucu verebilir ve sürekli gülümser. Eğer zorunluluklar seni o küçük restorandan uzaklaştırırsa, diyelim ki bir aylığına, bir sonraki sefer ortaya çıktığında restoranın sahibi gelir, muhtemelen biraz kızgınlıkla, hangi cehennemde olduğunu sorar. Yemeğin ilk yarısında seni kızgın bir anne gibi besler ve geri kalanı için de üstüne titrer."

Ben kitabı gerçekten sevdim. Kitap 400 küsur sayfa ancak siz kendinizi 1000 sayfa okumaya hazırlasanız iyi olur. Bu nedenle özellikle sabırlı okuyuculara tavsiye ediyorum. İçinde bir peynirden daha fazlasını bulacağınıza emin olabilirsiniz. Keyifli okumalar:)
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...