13 Mart 2014 Perşembe

I Remember, Daddy-Katie Matthews

I Remember, Daddy'de, 2 yaşından itibaren hem babasının hem de babasının arkadaşlarının cinsel istismarına uğrayan Katie'nin zorlu yaşam öyküsü anlatılıyor. Kitabın tamamen gerçek bir hikayeye dayanması ise işin en yürek burkan tarafı.

I Remember, Daddy-Katie Matthews

Katie, annesi, 5 yaşındaki ağabeyi ve tam bir pislik olan babasıyla beraber yaşayan 2 yaşında bir kız çocuğudur. Babası, annesinin aksine yoksul bir hayattan gelmiştir ve bu nedenle tüm hayatı boyunca zengin ve güçlü olmak, itibar sahibi kişilerle yakın dost olmak ve işinde ulaşabileceği en üst seviyeye ulaşmak tek amacı olmuştur.

Baba, kalabalıklar içinde eşine ve ailesine bağlı, sevgi dolu, karizmatik bir profil çizerken, evde tam bir alkolik, küfürbaz, dayakçı ve ensest bir canavara dönüşmektedir. Küçük çocuklarını cezalandırmak için onları kemeriyle kırbaçlamaktan ya da eşini öldüresiye dövmekten asla kaçınmamaktadır. Bunların dışında küçük Katie'yi istismar etmekte ve herhangi birine bundan bahsettiğinde kendisine çok kötü şeyler yapacağı yönünde tehdit etmektedir. Dahası her istismardan sonra Katie'ye kendisinin kötü bir kız olduğunu, başına gelen şeylerin hepsinin sebebinin bu olduğunu ve tüm yaşadıklarını hak ettiğini söylemektedir. 

Doğruyla yanlışı ayıramayan Katie, babası başka insanlarla görüşmelerine izin vermediğinden tüm babaların kızlarına bu şekilde davrandığına, normal olanın bu olduğuna ve kendisinin gerçekten kötü bir çocuk olduğuna inanmaktadır. Babası evde sürekli alkollü partiler düzenlemekte, eve gelen konuklarına kendisini taciz ve istismar etmeleri yönünde teşvik etmekte, en hafif deyimiyle onu pedofil dostlarına sunmaktadır. 10-12 yaşlarındayken bazı şeylerin doğru olmadığını idrak eden Katie, babasından kaçmayı dener ancak başarılı olamaz. Annesinin hiçbir şeyden haberi yoktur ve yalnız ve yabani bir çocukluk geçiren Katie'ye destek olabilecek kimse bulunmamaktadır.

Babasının annesini yine feci bir şekilde döverek sokağa attığı karlı bir gün sonrası, annesi ile babası ayrılırlar. Katie artık ergen bir genç kızdır. Ancak okulda tuhaf karşılanan ve pek sevilmeyen bir öğrencidir. Toplum içinde neyi ne zaman yapması gerektiğini kestiremediği gibi, insanların kendini sevmesi için ne yapması gerektiğini de bilmemektedir. Küçükken babasının ve arkadaşlarının yaptıklarını bilinçaltına iterek unutan Katie, yanlış olduğunu bildiği halde neden sigara içtiğini, neden alkol aldığını ya da eteğinin boyunu neden bu kadar kısalttığını anlayamamaktadır. 

Katie'nin bilinçaltına ittiği hatıraların su yüzüne çıkması için evlenmesi ve çocuğunu kucağına alması gerekecektir. Doğum sonrası babasının yaptıklarını tüm netliğiyle hatırlayan ve kendi çocuğunu hak etmediğini düşünen Katie, ağır bir depresyona girerek hastaneye kaldırılır. Ancak hastalığını tamamen yenmiş değildir ve sonuç olarak oğlunun velayetinden vazgeçer ve eşinden boşanır. 

Sürekli iş değiştiren, defalarca kendini öldürmeye çalışan, pek çok ilaç ve psikolojik destek alan Katie'nin kendine gelmesi yıllarını alacak ve ancak 40 yaşında, kendisi gibi istismara uğramış çocuklara yardım ettiği yeni işiyle hayata tutunacaktır.

Kitabın Türkçe çevirisi yok sanırım ama dil bilenler için de tavsiye edip etmemekte kararsızım. Çünkü son derece hüzünlü ve sarsıcı bir konusu var. Türkiye'deki ensest vakalara şaşırırken aslında dünyada bu durumun ne kadar vahim bir seviyede olduğunu idrak etmek çok ağır bir duygu. İstismarın, özellikle cinsel olanının, bir insanın tüm hayatını nasıl mahvettiğini ve üstelik o küçük çocuğun her gün umutla babasının kendisini gerçekten sevmesini beklediğini görmek çok yaralayıcı...

21 Şubat 2014 Cuma

Ölüm İçgüdüsü-Jed Rubenfeld

2008 yılında Jed Rubenfeld'in Bir Cinayetin Psikanalizi romanını okumuş ve çok etkilenmiştim. Roman; Freud (bildiğimiz Freud) ve onun öğrencisi Doktor Stratham Younger'ın bir cinayet etrafında gelişen araştırmaları, gözlemleri ve psikolojik analizlerini konu ediyor ve son derece şek edici bir finalle sona eriyordu. Ölüm İçgüdüsü ise; 1920 New York'unda patlayan bir bomba ile beraber açığa çıkan sırları ve yılların ayırdığı Hoca Freud ile öğrenci Younger'in farklı sebeplerle biraraya gelişini anlatıyor.

Ölüm İçgüdüsü-Jed Rubenfeld

1. Dünya Savaşı'nın neden olduğu çöküntü, maddi zorluklar, iflas eden şirketler, kapanan fabrikalar ve alkol yasağı insanları canından bezdirmiş, halk arasında adı konulmayan bir öfkenin  giderek büyümesine neden olmuştur. 16 Eylül'de Wall Street'te at arabasına koyulan bir bombanın patlaması ve pek çok kişinin hayatını kaybetmesi, hükümet bazında işleri iyice çıkmaza sokar. Bombalamayı kimin yaptığı net olarak bilinmese de petrollerine el koyulan Meksika'dan ve Rusya'dan şüphelenilmektedir.

Olayı araştırmak için  New York Polis Teşkilatı'ndan Dedektif Jimmy Littlemore görevlendirilir. Cephede görevli olan eski dostu Dr. Stratham Younger da savaştan sonra Amerika'ya dönmüştür. Yanında ise Marie Curie'nin öğrencisi, genç ve güzel Colette Rousseau ile konuşamayan kardeşi Luc vardır.

Marie Curie radyumu keşfetmiştir ve Colette radyumun kanserli pek çok hastanın hayatını kurtaracağına inanmaktadır. Freud'a göre, her canlıda doğuştan gelen bir ölüm içgüdüsü mevcuttur ve bu içgüdünün yokluğu çeşitli sorunlara yol açmaktadır. Kanser hastalığının kısaca ölemeyen hücre anlamına geldiği düşünüldüğünde, radyum tedavisi ile bu ölmeyen hücrelerin öldürülerek yeni hücrelerin doğmasının sağlanması son derece mantıklıdır.Marie Curie'nin gereken deneyleri yapabilmesi için Colette bağış kampanyalarına katılmaktadır. Ancak radyumu ellerinde tutan fabrikalar, bu değerli madeni insan sağlığı yerine fosforlu saat kadranları ve çeşitli mücevherlerde kullanmayı yeğlemekte, çalışan işçiler ise radyuma karşı herhangi bir önlem alınmadığı için son derece feci şekilde hayatlarını kaybetmektedir. 

Colette'i hedef alan tuhaf saldırılar, bombalama esnasında Merkez Bankası'ndan kaybolan yüklü miktarda altın, Amerikan başkanı seçimleri, Littlemore'un ulaştığı gizli bilgiler, Paris'ten Prag'a, Viyana'dan New York'a uzanacak soluk kesici bir maceranın da başlangıcı olur. İki eski dost Younger ve Stratham'in bu maceradan hasarsız olarak çıkmaları ise hiç de kolay olmayacaktır.

Kurguyla gerçeklerin kusursuz bir şekilde harmanlandığı Ölüm İçgüdüsü, pek çok farklı konuda okuyucuyu aydınlatan, son derece sürükleyici bir roman. Kitabı bitirdiğinizde kazanacağınız farklı bakış açıları da cabası. Mesela ben en çok altınla ilgili yapılan değerlendirmeleri sevdim. Diyor ki, "Altın, biz değerli saydığımız için bu kadar kıymetli. Hükümet bugün çıkıp artık altının parasal anlamda bir değerinin kalmadığını açıklasa, altının da sokaktaki taştan bir farkı kalmaz. "

Kitaptaki bazı bölümler ise sanki günümüz Türkiyesini özetler gibiydi. Mesela halkın devlete ve bankasına olan güveninin sarsılmaması için yaşanan olaylarla ilgili gerçekler saklanıyor ve halka başka türlü bir açıklama yapılmasına karar veriliyor. Halk bunu yutar mı sorusuna cevap ise; "Normal halkın bu tür şeylere her defasında nasıl inandığına ben bile şaşırıyorum ama evet, yutacaklar." şeklinde oluyor. Altı çizilen bir başka konu ise halkın daima kendini ya da malını gerçekte olmasa bile güvende hissetmesi gerektiği. Yani elindeki tahvilin aslında beş para etmediğini bilen bir halk ayaklanır ve devlet bir kaç güne kalmadan iflas eder. Ancak kasasında hiç parası kalmayan bir devlet, kasasının ağzına kadar dolu olduğuna halkı inandırmayı sürdürürse, o ülkede güven ve ekonomik istikrar da devam eder. Çünkü elindeki tahvilin halen değerli olduğunu sanan vatandaş, durduk yerde gidip de tahvilin karşılığını devletten istemez. 

Bu kitap çok şey öğretiyor. Sırf bu nedenle bile okunur. Tavsiye ederim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...