21 Mart 2016 Pazartesi

Gelin Koleksiyoncusu-Ted Dekker

Ted Dekker'ı ne kadar sevdiğimi anlata anlata bitiremedim biliyorum ama bunun tek sorumlusu yazarın birbirinden güzel, süper şahane romanları:) Serileri ayrı güzel, romanları ayrı güzel. Gerilim, esrar, macera ne ararsan var, Gelin Koleksiyoncusu da bunlardan biri. Tam da böyle canım acayip bir gerilim romanı okumak istiyor dediğimde imdadına yetişen sıkı bir roman.

Gelin Koleksiyoncusu-Ted Dekker

FBI özel ajanı Brad Raines, vücutlarındaki tüm kanın topuklarındaki bir delikten boşaltılarak öldürüldüğü dört genç kadının cinayet davası ile ilgilenmektedir. Cinayetleri dini sebeplerle işleyen seri katilin amacı 7 rakamına ulaşmaktır. Bu nedenle kalan 3 kadın öldürülmeden Brad katili bulmalıdır. Ancak elinde dahilikle delilik arasındaki o ince çizgide yürüyen ve dokunduğu ölülerin son anlarını gördüğünü söyleyen Paradise adında bir kadından başka kimse yoktur.

Açıkçası Gelin Koleksiyoncusu,dahi olup da aklını kaçıran kişileri öyle güzel betimlemiş ki hayran kaldım. Hele klinikteki o süper zeki delilerin cinayeti tuhaf yollardan çözdükleri sahne film gibiydi. Hani şey gibi; Ocean's Eleven'daki laser dance sahnesi gibi. Bence bu kitap film olsa akılda kalan sahnelerden biri de bu olurdu:)

Özetle; kitap güzel, konu güzel, sonu da güzel. Ben çok sevdim, size de tavsiye ederim. Keyifli okumalar:)

18 Mart 2016 Cuma

Son Mektup-Karen Kingsbury

Buram buram misyonerlik kokan,  kapağına bakarak satın aldığım ama acayip yanıldığım bir roman Son Mektup...Aslında kitapla ilgili genel olarak sinir olduğum şey, yazarın Tanrıcılık oynaması, yazdığı şeyleri sanki Tanrı söylüyormuş gibi yansıtması. Mesela karakterlerin ne zaman başları sıkışsa hoop İncil'den bir ayet geliyor akıllarına ve durumu toparlayıveriyorlar. Ama akıllarına ayetin gelmesi Tanrı'nın onlarla konuşması gibi gösteriliyor ve bu bence çok itici. Anladım, yazar inançlı bir insan ama inançlı olması onun yazdığı kitapları kutsal hale getirmiyor neticede. Bilemiyorum,daha önce de denk geldim misyonerlik romanlarına ama hiç biri bu kadar sinir bozucu değildi.

Son Mektup-Karen Kingsbury


Konusuna gelirsek, iki çok yakın arkadaşın kısıtlı bütçeyle dünyayı değiştirecek bir film yapma hikayelerini anlatıyor. Filmin konusu elbette yine misyonerlik faaliyetleri. Film çekimleri sırasında abuk sabuk bir sürü aksilik oluyor ki bence hiç biri yaratıcı değildi, sanki sırf kitap dolsun diye uydurulmuş bir sürü olay anlatılmış. Ama  dediğim gibi akıllara bir anda geliveren ayetler ve toplu dua seansları ile olaylar tam da artık her şey bitti derken çözülüveriyor. 

Çok sıkıldım, bitsin diye son sürat okudum. Muhtemelen bu yazarla yolum bir daha kesişmeyecek. Eh, haliyle tavsiye falan etmiyorum. Çünkü hiç sevmedim seni süt oğlan!

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...