12 Şubat 2019 Salı

Dokuz Gün - Gilly Macmillan

Son okuduğum üç romanın üçü de kaybolan çocuklar hakkında. Aslında gerçek yaşamda, en hassas olduğum konuların başında geliyor çocukların kaybolması, kaçırılması ve sonrasında olabilecek ihtimaller. Tüm hassasiyetime rağmen, kayıp vakaları anlatan romanları gerilim düzeyi açısından diğer türdeşlerine göre açık ara daha başarılı buluyorum ve bu nedenle seçme şansım olduğunda özellikle bu tarz kitapları tercih ediyorum. Gilly Macmillan tarafından yazılan Dokuz Gün de bunlardan biri.
Eşi tarafından aldatılan ve boşanan Rachel, 8 yaşındaki oğlu Ben ile birlikte yaşamaktadır. Anne-oğul her pazar yaptıkları gibi yanlarına köpeklerini de alarak ormana yürüyüş yapmaya giderler. Ben  ormanın içindeki parka bu defa önden gitmek ister ve Rachel de bu durumda bir sakınca görmeyerek Ben'e izin verir. Ağır ağır yürüyen ve oğlunun kendisini salıncakların orada beklediğinden emin olan Rachel, parka vardığında Ben'i bulamaz. Kısa bir süre içinde orman olay yerine döner ve eski eşinden arama -kurtarma ekiplerine kadar oldukça kalabalık bir topluluk Ben'i aramaya başlar. Köpek yaralı halde bulunur ancak Ben'den iz yoktur.

Rachel, elinden bir şey gelmediği için çaresiz, Ben'e izin verdiği, ona göz kulak olamadığı için pişman ve oğlunu çok özlediği için perişandır. En ufak bir izin dahi peşinden gitmeye hazırdır ancak çabaları karşılıksız kalır. Polisin basın toplantısı teklifini kabul eden Rachel, toplantı esnasında büyük bir hata yapar ve hem basının ve vatandaşların kendisine öfke duymasına neden olur, hem de Ben'in ortadan kaybolmasında parmağı olduğu suçlamalarına maruz kalır.

Günler ilerledikçe çıldırmanın eşiğine gelen ve polis tarafından da ciddiye alınmayan ve şüpheli muamelesi yapılan Rachel artık oğlu Ben'i bulmanın yanında masumiyetini de kanıtlamak zorundadır ve bu yolda tamamen yalnızdır.

Rosamund Lupton'un Kardeşim ve Ardından kitapları benim "yazar olmalıydım ve bunu ben yazmalıydım" listemde ilk sıradadır. İşte Dokuz Gün, bana o kitapları anımsattı ve bu da onu daha çok sevmemi sağladı.  Zekice tasarlanmış detayları, kurgusu, okuyucunun nefesini kesen gerilimi üst düzey. Beni asıl etkileyen ise finalin çok çok gerçekçi olması. Yani okuyucuyu yeterince gerdik, hadi artık pembe bir tablo çizelim de herkesin yüzü gülsün endişesi taşımaması. Okurken farkında olmadan kendimi Rachel'in yerine koyarken yakaladım. O oğlunun pijamasını koklarken ben de kendi kızımın eşyalarını yerleştirirken ya da odasını toplarken kokusunun sindiği her şeyi nasıl içime çekerek kokladığımı, kokusunu resmen burnumun ucunda taşıdığımı filan düşündüm...Ve evet, pek çok yerde boğazım düğümlendi, okumaya zırıl zırıl ağlama molası veridğim dahi oldu...
Dokuz Gün gerçekten iyi ve ayakları yere sağlam basan bir roman, kesinlikle tavsiye ederim. Şimdiden keyifli okumalar.

3 yorum:

Azize dedi ki...

Bu aralar böyle sürükleyici bir şeyler okumaya ihtiyacım var sanırım. İyi oldu tanıtım. Teşekkürler...

Editör dedi ki...

fikir sahibi oldum
not aldım
böyle okumak ufkumu açıyor
teşekkür ederim

Ada Deniz dedi ki...

Kafa dinlemelik bir kitap gibi...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...